00 : 00 : 00 : 00
    
Dağlar deyip başlayalım. Yüce dağlar, koca dağlar, boy atıp bel veren dağlar.
Yaz gelende on dördünde bir güzel gibi salınıp giden, kış gelende yağmuruna karına
    meydan okuyan, yüce mi yüce, dost mu dost dağlar.
Kişioğluna el midir ki anılmasın bu dağlar! Onun yaşamının dışındamıdır ki bilinmesin!
    Derdine dert katan mıdır ki sevilmesin haa!
İster boy verip başı göklere erişsin; Ağrı densin adına, ister her mevsimde başından
    duman eksilmesin; Palandöken diye anılsın. İsterse bir yanı deniz, bir yanı bağlık
    -
Benzer bir ela göz geline dağlar...
Öykümüzün geçtiği yer Toroslar.
Güneyin dantel kıyılarında yekinip, Hakkari'nin ayakucundan deli-
Baharın ekinler çabuk göverir Toroslar'da. Haziran dedi mi kıyı kesiminin insanı
    öbek öbek Toros yaylalarını tutar ve Toros yaylalarının yörükleri yeni yeni otlaklar,
    yeni yeni su başları arar durur.
Çadırlar toplanır, güzeller düşer yüklü develerin peşine, yürü ha yürü yürü ha yürü.
    Elmalı'dan Gömbe'ye, Gömbe'den Seki'ye, Sekiden Çiçek dağı'na.
Bitip tükenmeyen yol, ardı -
Derler ki, çok eski zamanlarda bir gün, bu yörük obalarından biri gelip Gömbe yakınında
    Yanıkhan yöresine konuklar.
Yanıkhanlıların önce pek canı sıkılır bu işe... Öyle ya, bir köyün hayvanı için yörenin
    otlağı az gelirken, buna bir de yörük obasının onca hayvanı ortak olursa can sıkılmaz
    mı buna? Sonra hayvan dediğin yazın yiyip kışın aç durmuyor ki... Kışı da var bunun.
Neyse, yine de yüzü yumuşak Yanıkhanlıların. Böyle düşünseler de pek bir şey demezler
    Kırobalılara. Zaten yörük obası da orda kalıcı değildir. Şöyle, yeni bir otlak buluncaya
    kadar konmuştur Yanıkhan yöresine. Sonra, onca bağdan bahçeden çıkanı kime satacaklar?
    Elbette rastladıkları yörüklere. Ama az, ama çok.
İşte Yanıkhanlı Fadime de yetim kardeşlerinin yiyeceği, asmadaki beş on salkımı keser,
    doldurup bir sepete vurur-
Çadırlara yaklaşınca bir ünler, iki ünler, ses yok! Derken, insanlardan önce köpekler
    duyup koşuşurlar sese. Fadime'nin yüreği yekinir köpekleri görünce. Neyse ki çok
    geçmeden iki yandan, bunlar böyle kime sarar durur ki, diye çadırlardan çıkanlar
    olur da, kurtarırlar Fadime'yi. Sonra da yaşlı bir yörük kadını, alır çadırına götürür.
    Yörük beyinin çadırıdır burası.
Yaşlı kadın da karısı. Çadır da çadırdır. Sanki dayalı döşeli bir konak. Su içirir
    kadın önce Fadime'ye, korkusunu yensin diye... Sonra, şöyle biraz dinlenmesi için
    uzanmasını söyler. Bir ara çadırın kapısında bir genç görünür. Hemen doğrulur uzandığı
    yerden Fadime. Kıroba beyinin oğludur bu. Ve avdan dönmektedir. Çadırın kapısına
    vardığında bir de bakar ki delikanlı, güzellerden güzel bir kız. Hem de kendi çadırlarında.
    Anası oğlunun sormasına koymadan bir bir anlatır meseleyi.
Delikanlı da; bir yandan anasının anlattıklarını dinler ama, bir yandan kızdadır
    gözü. Baktıkça da yüreğinin başında şöyle bir kıpırdanma olur. Baktıkça bakası gelir.
    İster ki, hiç gitmesin bu Yanıkhan'lı güzel kız çadırlarından. Ama bir yandan da
    dayanamaz onun oracıktaki utanıp sıkılmasına iyi bir fiyatla alır üzümü, uğurlar
    Yanıkhan'a doğru kızı. Bir yandan da ünler ardından:
-
-
Fadime'nin bir sürü düşüncesi vardır. Evin algısı -
-
-
Hayvanlar yakın çevrede doyunamayıp, yarı aç dönmeye başlarlar. Oba, Seki yaylasına
    göçecek. Ama yörük beyinin oğlu; ha bugün, ha yarın deyip geciktirir durur göçü.
    Delikanlı bir açabilse anacığına derdini, bir razı edebilse Fadime'yi istemeye onları...
Bir süre bakar ki; bu iş öyle beklemekle olacak cinsten değil. Yüzün kızartıp varır
    anasına anlatır O'na herşeyi.
Ana bakar ki oğlunun hali hal değil, razı olur ve babasına açar meseleyi. Baba da
    toplar obanın ileri gelenlerini, fikirlerini sorar onların. Kabullenmeyip de ne edecekler
    Kıroba'nın ileri gelenleri böyle bir isteği. Delikanlı elden gitti -
Hemen Yanıkhan imamına elçi gönderilir, istetilir Fadime. İmam duyunca şöyle bir
    düşünür." Fadime yetim. Halil bakıyor bakmasına ama, yine de yuvasını kurmalı" Sonra
    varır muhtara, anlatır olanı -
Halil genç... Halil hem Fadime'nin ağası, hem can yoldaşı. Yörükbeyinin oğlundaki
    yürek de; Halil'deki değil mi? Ama gel gör ki Halil bir kez "yetim" diye elini uzatmış
    onlara.
Tutup da diyebilir mi "Fadime benimle evlen", diye. Sonra; O eh dese bile el ne düşünür.
-
-
-
-
Yörük Beyinoğlu sevinçli. Yörük Beyinin oğlu sabırsız. Ama Halil'in yüreğinin orta
    yerinde bir yara ki; kanar durur. Kimseciklere de, halim budur, diyemez.
Düğün hazırlıkları bir yandan başlaya dursun, bir yandan da eşe dosta okuntu salınır.
Yollar nice ırak olursa olsun dağ insanı komşudur, birbirine. Erzurum yaylarının
    yörüklerine değin salınır haber. Duyan gelir, duyan gelir ve bir hafta yenilir içilir,
    güreş tutulup cirit oynanır. Yarışlar sürer gider. Ve haftanın çarşambasında çeyizle
    birlikte yetim kardeşlerini gönderip, perşembesinde de Fadime'yi Kırobalılara gelin
    gönderirler Yanıkhanlılar.
Kişioğlunun alışamadığı şey var mıdır ki Fadime alışmasın gittiği yerin töresine.
    Oba da düğünün çoğuna kalmadan seki yaylasını, daha sonraki aylarda da yeni yeni
    yaylaları yurt tutar. Yanıkhan, oradaki arkadaşları, evi ve Halil çok gerilerde kalmıştır
    artık. Ve yüreğinin başında bir özlem olmuştur hepsi Fadime'nin.
Bir kız gelin olup da eşikten adımını attı mı, baba evini unutmalı derler. Zaten
    unutmasa net'sin Fadimecik. Böylece aylar, derken yıllar geçer. Yıllar geçer ya hala
    Fadime'nin çocuğu yoktur. Obadan sevinenler olur buna. Söz edenler olur Fadime'nin
    kısırlığını...
Ama hepsini içine atar Yanıkhan'lı yörük gelini. Sinesine çeker. Hatta kaynananın,
    kaynatanın bile yüzü değişir bir zaman sonra. Değişmese bile insana öyle gelir. Böylece
    gider zaman yedi yılı bulur. Evet, herkesin, Fadime daha çocuk sahibi olamaz, diye
    düşündüğü sırada, koskoca yedi yıl sonra çocuğa kalır Fadime.
Sonra da; güzel mi güzel, sağlıklı mı sağlıklı bir erkek çocuk dünyaya getirir. Kurtulur
    herkesin dilinden. Onca yıl kendini iğneleyenlere, nispet yapanlara karşı durur mu
    Fadime gayrı. Bu kez o başlar.
Hele bir gün Elmalı yöresine göç kararlaştırınca, her göçte obanın önünden giden
    kara mayanın üstüne sarar beşiği. Ala kilime sardığı bebeğini de koyar beşiğe.
Devenin ipi elinde, göçün önünden yürümeye başlar. Sevinçten içi içine sığmaz Fadime'nin.
    Epey yol alırlar, yol mu koyar, yedi yılda bir bulunan bebeğin anasına? Elinde kara
    mayanın ipi ve kara mayanın üstünde ala kilime sarılı oğlu. Derken bir ormana girerler.
Toroslar'da yağmurun fırtınanın ne zaman geleceği belli olur mu? Bakmışsın karşı
    yakaya yağmur yağıyor, beri yakada bir kararma, bir fırtına alır yürür. İşte o ara
    öyle bir karanlık, öylesine bir fırtına sarıverir ki ortalığı. Göz gözü görmez olur.
    Karanlık sürdükçe ormandaki yol uzar.
Ananın aklı -
Uzun bir süre sonra aydınlanır etraf. Zaten oba, ormanın bitimindeki konak yerine
    de varmıştır. Yükler bir bir indirilmeye başlar. Fadime kara mayayı çöktürür, yavrusunu
    alıp sevecek. Ama bakar ki, kara mayanın üstündeki beşik boş... Ala kilime sarılı
    yavrusu yok beşikte.
Ana deliye döner. Bütün obayı sarar kara haber. Dayı hemen atına atlayıp sürer gider
    ormana doğru bebeği aramaya. Ana yüreği bu. Durabilir mi Fadime? O da yaya düşer
    yola.
Derken emmi oğluyla doğru giderler orman boyunca gerisin geriye. Anasının gözü uçup
    gider kuzgunlarda. Ananın gözü dal uçlarındadır... Ve dudaklarında bir ağıt!
Elmalı'dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Dayım atlı emmim yaya
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi
Dayı hayli öndedir. Bir ara iki yanına bakarken dalın ucunda asılı kalmış ala kilime
    gözü ilişir. Varıp ağacın altına yavruyu arar ama, boşunadır araması. Kuzgunlar ağacın
    altında dolaşmaktadır hala.
İndirir ala kilimi, oracıktaki kemikleri sarar ona. Sonra biraz ilerdeki büyükçe
    bir taşı kaldırarak altına gömer ve aynı taşla kapatır üstünü.
-
-
Ama Fadime'nin ayakları geri geri gitmektedir. Bir ara nasıl olduysa yanındakilerin
    kaşı ile gözü arasında döner geriye, vurur gider ormana. Ve yine ağıt dudaklarında
    ve yine dizlerini döve döve:
Ala kilime sardığım
Yüksek mayaya koyduğum
Yedi yılda bir bulduğum bebek
Beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.
Derken bir akkuş belirir önünde. Sanki gel etmektedir bu ağzı dili söylemez hayvan.
    Sıçraya sıçraya ilerki kayanın başına konar kuş. Fadime de varır kuşun yanına. Yavrusunun
    orada gömülü olduğundan habersiz çıkarıp atar ayağındaki çizmeyi filan vurur bağrına,
    söylenir kuzgunlara ağıdında:
Havada kuzgunlar dolaşır
Kargalar üleş bölüşür
Kara haberler dolaşır
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.
Neden sonra Kırobalılar farkına varır acılı ananın yokluğunu da dönerler geri, aramak
    için. Ama ne mümkün. Sadece aktaşın yanında kırmızı çizmesine rastlarlar O'nun.
Ve de taşın üstünde bir akkuş dönmektedir.
Dayı bir bir anlatır daha önce gördüklerini. Kırobalılar mezarın üstünde dönen ve
    kendilerini görünce kaçıp giden bu akkuşu Fadime sayarlar ve yürekleri ferah dönerler
    Elmalı yaylasına.
Bundan sonrası için derler ki: Fadime o acıyla vurmuş gitmiş aşağı yöreye. Değirmenci
    Mehmet dayı rastlamış O'na ve bir baba gibi teselli etmiş onu. Kaybolmaz bebek. Çevre
    köylerden birinden bulan olmuştur. Yaz gelende sorup soruştururuz, demiş.
Ama yine de Fadime alıp başını deli-
Hem ağlayıp, hem eski günleri söylemişler bir bir.
Sonra mı? Sonra iyi yürekli değirmenci bunları baş-
Evet sayın okurlar, Fadime yine öyle bilsin herşeyi.
Çevre köyden, bilmediği birisine evlat oldu bilsin yavrusunu. Yanıkhanlılar, Kırobalılar,
    Fadime'nin her dara düşenin yardımına koşan bir akkuş olduğundan söz etsin.
Yanıkhanlı yörük gelini bilmiyor ya olanı biteni. Çocuğun başına gelenleri bilmiyor
    ya. Ve şimdi Halil'den olan yavruları dönüp dolaşıyor ya evinin yöresinde, yeter.
00 : 00 : 00 : 00
    
Kaynak - Anonim
(Kelime: 1783) 

Yorumlar
Yorum Gönder