Komünist Partisi
Manifestosu’nun yüzüncü yıl dönümüne topu
topu on yıl kalmış olması inanılır gibi değil! Dünya literatüründeki bütün
benzerlerinden daha dahice olan bu broşür tazeliğiyle bugün bile bizleri
şaşırtıyor. En önemli bölümleri, sanki dün yazılmış gibi. Hiç kuşku yok, genç
yazarlar (Marx yirmi dokuz, Engels yirmi yedi yaşındaydı), geleceğe bakarlarken
kendilerinden önceki, belki de kendilerinden sonraki herkesten daha uzak
görüşlü olabildiler.
Marx ile Engels, daha
1872 basımına yazdıkları önsözde,Manifesto’daki bazı ikincil parçaların
eskimiş olmasına karşın, aradan geçen yirmi beş yıllık dönemde Manifesto artık tarihi bir belge haline
gelmiş olduğu için, özgün metni değiştirme hakkını artık kendilerinde
görmediklerini açıklamışlardı. O zamandan bu yana altmış beş yıl geçti.Manifesto’da
yer alan yalıtılmış pasajlar daha fazla geçmişe karıştı. Biz bu önsözde,Manifesto’daki
fikirlerin gerek bugün geçerliliklerini tamamıyla koruyanlarını, gerekse önemli
ölçüde değiştirilmeye ya da geliştirilmeye ihtiyaç gösterenlerini özlü bir
biçimde saptamaya çalışacağız.
1. Marx’ınManifesto’dan
kısa süre önce keşfettiği ve orada yetkin bir biçimde uyguladığı maddeci tarih
görüşü olayların sınavından tam bir başarıyla geçmiş, düşmanca eleştirilerin
darbeleri karşısında sapasağlam ayakta kalmıştır. Bu görüş, günümüzde insan
düşüncesinin en değerli araçlarından birini oluşturuyor. Tarihsel sürecin bütün
öteki yorumları, her türlü bilimsel anlamını yitirmiştir. Şunu kesinlikle
söyleyebiliriz ki, maddeci tarih yorumunu özümsemeden, günümüz siyasetinde
yalnız devrimci bir militan değil, bilgili bir gözlemci olmak bile
olanaksızdır.
2.Manifesto’nun
birinci bölümü şu sözlerle başlar: "Bugüne kadarki bütün toplumların
tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir." Maddeci tarih yorumundan çıkarılmış
en önemli sonuç olan bu tez, sınıf mücadelesinde derhal bir sorun haline geldi.
Gerici ikiyüzlüler, liberal doktrinerler ve idealist demokratlar, tarihin itici
gücü olarak "ortak refah"ın, "ulusal birlik"in ve "ölümsüz
ahlaki gerçekler"in yerine maddi çıkarlar mücadelesini koyan bu teoriye
karşı olabildiğince kin dolu saldırılar yönelttiler. Daha sonra bunlara işçi
hareketinin kendi saflarından devşirilmiş, kendilerine revizyonist denilenler,
yani Marksizmi sınıf iş birliği ve sınıf uzlaşması ruhuyla gözden geçirmeyi
("revize etmeyi") savunanlar katıldılar. Nihayet kendi zamanımızda
Komünist Enternasyonal’in aşağılık epigonları ("Stalinistler"),
pratikte aynı yolu izlediler: sözde Halk Cephesi politikası, tamamıyla sınıf
mücadelesinin yasalarının yadsınmasından kaynaklanır. Bu arada,Komünist
Manifesto’ya üstün teorik zaferini sağlayan tam da, bütün toplumsal
çelişkileri en yüksek gerilim noktasına çıkaran emperyalizm dönemidir.
3. Marx, toplumun
iktisadi gelişmesinde özgül bir aşama olarak kapitalizmin anatomisinin
tamamlanmış biçimini Kapital (1867)’de açıklar. Ama dahaKomünist Manifesto’da
gelecekteki tahlilin ana hatları sağlam bir biçimde çizilmiştir: emek gücüne
yeniden üretim maliyetinin eş değerinin ödenmesi; artık değerin kapitalistler
tarafından el konulması; toplumsal ilişkilerin temel yasası olarak rekabet; ara
sınıfların, yani kent küçük burjuvazisi ile köylülerin yok olması; kutupların
birinde, gittikçe azalan sayıda mülk sahibinin elindeki servet yoğunlaşması,
öbüründe ise, proletaryanın sayıca büyümesi; sosyalist rejimin maddi ve siyasi
ön koşullarının hazırlanması.
4.Manifesto’nun,
kapitalizmin, işçilerin yaşam düzeylerini düşürme, hatta onları sefalete itme
eğilimini mahkûm eden önermesi ağır bir yaylım ateşine tutulmuştu. Papazlar,
profesörler, bakanlar, gazeteciler, sosyal demokrat teorisyenler ve sendika
yöneticileri, "yoksullaşma teorisi" denilen teoriye karşı cephe
aldılar. İşçi aristokrasisini proletarya diye yutturarak ya da gelip geçici bir
eğilimi kalıcı gibi kabul ederek sürekli olarak, emekçiler arasında refahın
artmasının işaretlerini keşfettiler. Bu arada dünyanın en kudretli
kapitalizminin, yani ABD kapitalizminin gelişmesi bile, milyonlarca işçiyi
sefalete düşürüp, federal devlet, kent yönetimleri ya da özel kesime bağlı
hayır kurumlarınca bakılır hale getirdi.
5. Revizyonistler, ticari
ve sınai bunalımları, kapsamları gittikçe genişleyen birer yıkım olarak
gösterenManifesto’nun tersine, tröstlerin ulusal ve uluslararası
gelişmesinin, piyasa üzerinde denetimi sağlayıp tedricen bunalımların ortadan
kalkmasına yol açacağını buyurdular. Geçen yüzyılın sonu ile bu yüzyılın
başlarına gerçekten de, kapitalizmin fırtına hızıyla gelişmesi damgasını öyle
bir vurdu ki, bunalımlar "tesadüfi" birer kesinti gibi göründüler.
Ama bu dönem, geri dönmemecesine kapandı. Son tahlilde, Marx’ın bu sorun
üzerine söyledikleri de doğru çıktı.
6. "Modern devletin
yürütme organı, bütün burjuvazinin ortak işlerini yürüten bir kuruldan başka
bir şey değildir." Sosyal demokrasinin liderlerinin gazetecilere özgü bir
çelişki gözüyle baktıkları bu özlü formül, gerçekte devletin biricik bilimsel
teorisini içerir. Burjuvazinin yarattığı demokrasi, gerek Bernstein’ın gerekse
Kautsky’nin sandığı gibi, içini her türden sınıf içeriğiyle doldurabileceğiniz
boş bir çuval değildir. Burjuva demokrasisi, yalnız burjuvaziye hizmet
edebilir. Bir "Halk Cephesi" hükümeti, başında ister Blum ya da
Chautemps, ister Caballeron ya da Negrin bulunsun, yalnızca "bütün
burjuvazinin ortak işlerini yürüten bir kuruludur." Bu "kurul"
işleri ne zaman kötü yürütse burjuvazi, tekmeyi basıp onun işine son verir.
7. "Her sınıf
mücadelesi siyasi bir mücadeledir." "Proletaryanın bir sınıf olarak
örgütlenmesi sonuç olarak onun siyasi parti olarak örgütlenmesi[dir]." Bir
yanda sendikalistler, diğer yanda anarko-sendikalistler uzun bir süre -ve hâlâ
da öyle yapmaya çalışıyorlar- bu tarihsel yasaları anlamaktan kaçındılar.
"Arı" sendikalizm, başlıca barınağı olan ABD’de ezici bir darbe yedi.
Anarko-sendikalizm ise son kalesi İspanya’da ölümcül bir yenilgi aldı. Manifesto bu konuda da haklı çıktı.
8. Proletarya,
burjuvazinin kurduğu yasal çerçeve içerisinde iktidarı fethedemez. Komünistler,
"amaçlarına ancak varolan bütün toplumsal koşulların zorla yok edilmesiyle
ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler." Reformizm,Manifesto’nun bu
tezini, hareketin o sıradaki "olgunlaşmamışlığını" ve demokrasinin
yeterince gelişmemişliğini ileri sürerek açıklamaya çalıştı. İtalyan, Alman
"demokrasiler"inin ve çok sayıda başka "demokrasi"nin
kaderi, "olgunlaşmamışlığın" reformistlerin kendi fikirlerinin ayırt
edici bir özelliği olduğunu kanıtlıyor.
9. İşçi sınıfı, toplumun
sosyalist dönüşümü için, yeni sisteme giden yolu tıkayan siyasi engellerin her
birini ezip geçecek bir gücü ellerinde yoğunlaştırmak zorundadır. "Egemen
sınıf olarak örgütlenmiş proletarya" -bu diktatörlüktür. Aynı zamanda bu
tek gerçek proleter demokrasisidir. Alanı ve derinliği somut tarihsel koşullara
bağlıdır. Sosyalist devrim yoluna giren devletlerin sayısı ne denli çok olursa,
diktatörlük o denli özgür ve esnek biçimlere bürünecek, işçi demokrasisi o
denli geniş olacak, o denli derine inecektir.
10. Kapitalizmin
uluslararası gelişimi devrimin uluslararası karakterini önceden belirlemiştir.
"En azından önde gelen uygar ülkelerin ortak eylemi, proletaryanın
kurtuluşunun ilk koşullarından biridir." Kapitalizmin sonraki gelişmesi
"uygar" olsun "uygarlaşmamış" olsun gezegenimizin bütün
bölümlerini birbirine o kadar sıkıca bağladı ki sosyalist devrim sorunu
bütünüyle ve kesinlikle dünya çapında bir karakter kazandı. Sovyet bürokrasisi,
bu temel sorun bakımındanManifesto’yu tasfiye etmeye kalkıştı. Sovyet
devletinin Bonapartçı yozlaşması tek ülkede sosyalizm teorisi düzmeceliğinin
karşı konulmaz bir örneğidir.
11. "Gelişmenin
süreci içinde, sınıf farklılıkları ortadan kalktığı ve bütün üretim bütün
ulusun dev bir birliğinin elinde toplandığı zaman, halk iktidarı siyasi
niteliğini yitirecektir." Bir başka deyişle: devlet sönümlenir. Geriye,
deli gömleğinden kurtulmuş toplum kalır. Bu, sosyalizmden başka bir şey
değildir. Teoremin tersi: SSCB’de devlet zorundaki korkunç büyüme, toplumun
sosyalizmden uzaklaşmakta olduğunun anlamlı bir ispatıdır.
12. "İşçilerin
ülkesi yoktur."Manifesto’daki bu sözler, pek çok kez dar kafalı
kimseler tarafından, bir ajitasyon nüktesi olarak değerlendirilmiştir. Oysa bu
sözler, proletaryaya, kapitalist "ana vatan" sorununda akla
gelebilecek tek yol gösterici ilkeyi sağlıyordu. Bu yol gösterici ilkenin
İkinci Enternasyonal tarafından çiğnenmesi, yalnız Avrupa’nın dört yıl boyunca
yakılıp yıkılmasına değil, dünya kültüründeki bugünkü durgunluğa da yol açtı.
Yaklaşmakta olan ve Üçüncü Enternasyonal’in ihanetinin yolunu döşediği yeni
savaş karşısında Manifesto bugün de kapitalist "ana
vatan" sorununda, en güvenilir danışman olarak kalıyor.
* * *
Bu şekilde iki genç
yazarın ortak ve oldukça kısa yapıtının, özgürleşme mücadelesinin en önemli ve
yakıcı sorunları üzerine yeri doldurulamaz ipuçları vermeye hâlâ devam ettiğini
görüyoruz. Komünist Manifesto ile az da olsa boy ölçüşebilecek
başka hangi kitap var? Ama bu, üretici güçlerde doksan yıllık eşi görülmemiş
gelişmenin ve devasa toplumsal mücadelelerin ardından,Manifesto’nun
düzeltmelere de, eklemelere de ihtiyacı olmadığı anlamına gelmez. Devrimci
düşüncenin, puta tapmayla hiçbir ortak yanı yoktur. Programlar ve kestirimler
tarihsel deneyim ışığında sınanır ve düzeltilir. İnsan aklı için üstün ölçüt de
budur.Manifesto’da da düzeltmelere ve eklemelere gerek vardır. Ne var ki
tarihsel deneyimin kendisinin kanıtladığı gibi bu düzeltme ve eklemeler, ancakManifesto’nun
kendisinin temelinde yatan yöntemle uyum içinde hareket ederek başarılı bir
şekilde yapılabilir. En önemli birkaç örneğe dayanarak buna işaret etmeye
çalışacağız.
1. Marx, hiçbir toplumsal
sistemin, yaratıcı potansiyellerini tüketmedikçe tarih sahnesinden
ayrılmayacağını öğretti.Manifesto, üretici güçlerin gelişmesini
geciktirdiği için kapitalizmi yerden yere vurur. Gerek o dönemde, gerekse de
sonraki on yıllarda bu geciktirme, ancak göreli nitelikteydi. On dokuzuncu
yüzyılın ikinci yarısında ekonomiyi sosyalist temeller üzerinde örgütlemek
mümkün olsaydı büyüme tempoları, ölçülemeyecek kadar daha hızlı olurdu. Ne var
ki teorik açıdan çürütülemeyecek olan bu tez, üretici güçlerin dünya savaşına dek
dünya çapında genişlemeyi sürdürdüğü olgusunu geçersiz kılmaz. Bilim ve
teknolojinin en modern buluşlarına karşın dünya ekonomisinin bütünüyle
durgunlaşma, hatta gerileme dönemi ancak son yirmi yılda başladı. İnsanlık
birikmiş sermayesini harcamaya başlarken, bir sonraki savaş, uygarlığın
temellerinin ta kendisini uzun yıllar yok etme tehlikesini taşıyor.Manifesto’nun
yazarları, kapitalizmin, görece gerici bir rejimden, mutlak olan gerici bir
rejime dönüşeceği zamandan çok önce çürüğe çıkarılacağını düşünmüşlerdi. Bu
dönüşüm, ancak bugünkü kuşağın gözleri önünde son biçimini aldı ve içinde
bulunduğumuz dönemi savaşlar, devrimler ve faşizm dönemine çevirdi.
2. Marx ile Engels’in
tarihler konusundaki yanlışı, bir yanda kapitalizmde örtük olarak bulunan
gelecek potansiyellerinin küçümsenmesinden, öbür yanda proletaryanın devrimci
olgunluğunun abartılmasından ileri geliyordu. 1848 devrimi,Manifesto’nun
hesaplamış olduğu gibi bir sosyalist devrime dönüşmedi; Almanya’yı gelecekte
devasa bir kapitalist yükselme olanağına kavuşturdu. Paris Komünü,
proletaryanın, başında çelikleşmiş bir devrimci parti bulunmadıkça, iktidarı
burjuvazinin elinden alamayacağını kanıtladı. Bu arada, sonrada gelen uzun
süreli kapitalist refah dönemi, devrimci öncünün eğitilmesinden çok, işçi
aristokrasisinin burjuva yozlaşmasına yol açtı; bu da, proleter devrimin
önündeki başlıca engel haline geldi. Eşyanın tabiatına uygun olarakManifesto’nun
yazarları bu "diyalektiği" önceden göremezlerdi.
3.Manifesto’ya
göre kapitalizm serbest rekabetin hükümdarlığıydı. Sermayenin giderek artan bir
ölçüde yoğunlaşmasına işaret etmekle birlikteManifesto, içinde
bulunduğumuz dönemde egemen kapitalist biçim ve sosyalist ekonominin en önemli
koşulu haline gelen tekel konusunda gerekli sonucu çıkarmadı. Marx, ancak
sonradan, Kapital’de serbest rekabetin tekele dönüşümü eğilimini saptar.
Emperyalizm adlı yapıtında tekelci kapitalizmin bilimsel bir tanımını veren ise
Lenin olmuştur.
4.Manifesto’nun
yazarları, esas olarak İngiliz "sanayi devrimi" örneğine dayanarak,
ara sınıfların tasfiyesi sürecini, zanaatkârların, esnafların ve köylülerin
toptan proleterleşmeleri olarak gösterirken fazlasıyla tek yanlı bir resim
çizerler. Gerçekte, zapt edilmemiş bir doğa olayı gibi işleyen rekabet güçleri,
aynı zamanda hem ilerici hem de barbarca olan bu işi tamamlamış olmaktan
uzaktır. Kapitalizm, küçük burjuvaziyi, onu proleterleştirdiğinden çok daha hızlı
bir şekilde yıkıma uğrattı. Üstelik burjuva devletinin bilinçli politikası,
uzun süredir, küçük burjuva katmanların, yapay olarak ayakta tutulmasını
amaçlıyor. Karşı kutupta teknolojinin gelişmesi ve büyük çaplı sanayinin
rasyonalleşmesi, müzmin işsizlik doğurarak küçük burjuvazinin proleterleşmesini
engelliyor. Aynı zamanda kapitalist gelişim, bir sürü teknisyenin, yöneticinin,
ticaret hizmetlisinin, kısacası "yeni orta sınıf" denilen kesimlerin
büyümesini son derece hızlandırdı. Sonuç olarak,Manifesto’nun, yok
olmalarını kayıtsız şartsız öngördüğü ara sınıflar, Almanya kadar sanayileşmiş
bir ülkede bile nüfusun aşağı yukarı yarısını oluşturuyor. Ne var ki eskimiş
küçük burjuva katmanların yapay olarak korunması, toplumsal çelişkileri
kesinlikle hafifletmiyor; tersine onları özel bir habasetle donatıyor ve
sürekli işsizler ordusuyla birlikte kapitalizmin çürümesinin en kötücül
ifadesini oluşturuyor.
5. Devrimci bir dönem
için tasarlananManifesto, kapitalizmden sosyalizme dolaysız geçiş
dönemine karşılık gelen on talep içerir (II. Bölümün sonu). Marx ile Engels,
1872 tarihli önsözlerinde, bu taleplerin kısmen eskimiş ve her halükârda önem
bakımından ikinci derecede olduğunu ilan ederler. Reformistler, hemen bu
değerlendirmenin üzerine atlayıp onu devrimci geçiş taleplerinin sonsuza dek
yerlerini, burjuva demokrasisinin sınırlarını aşmadığı herkesçe bilinen sosyal
demokrat "asgari program"a bıraktığı şeklinde yorumladılar. AslındaManifesto’nun
yazarları, geçiş programıyla ilgili başlıca düzeltmeye tam bir kesinlikle
işaret etmişlerdir. O düzeltme şuydu: "İşçi sınıfı, hazır devlet aygıtına
el koymakla yetinip onu kendi amaçları doğrultusunda kullanamaz." Bir
başka deyişle, düzeltme burjuva demokrasisi fetişizmini hedef alıyordu. Marx,
bir süre sonra kapitalist devletin karşısına Komün tipi devleti çıkaracaktı. Bu
"tip", sonradan, çok daha açık seçik olan Sovyetler biçimini aldı.
Günümüzde, sovyetler ve işçi denetimi olmadan devrimci bir program olamaz.
Bunların ötesinde, barışçı parlamenter faaliyet döneminde "arkaik"
görünenManifesto’nun on talebi, günümüzde gerçek anlam ve önemini
bütünüyle yeniden kazandı. Diğer yandan umutsuzca eskiyen sosyal demokrat
"asgari program" oldu.
6.Manifesto,
"Almanya’daki burjuva devriminin ... hemen ardından gelecek bir proletarya
devriminin başlangıcı olacağı" yolundaki beklentisini temellendirirken
Avrupa uygarlığının, on yedinci yüzyıl İngilteresine ve on sekizinci yüzyıl
Fransasına kıyasla çok daha ileri olan koşullarına ve proletaryanın çok daha
gelişmiş olmasına atıf yapar. Bu kestirimdeki yanlışlık sadece tarih hatası
değildir. 1848 devrimi, birkaç ay içerisinde, tam da daha ileri koşullarda
burjuva sınıflarından hiçbirinin gücünün, devrimi sonuna kadar götürmeye
yetmediğini açığa çıkardı: büyük ve orta burjuvazinin toprak sahipleriyle olan
bağları fazlasıyla sıkıydı ve kitlelerden duyduğu korku bu sınıfı fazlasıyla
kösteklemekteydi; küçük burjuvazi fazlasıyla dağınık ve üst düzey yöneticileri
aracılığıyla büyük burjuvaziye fazlasıyla bağımlıydı. Avrupa ve Asya’nın daha
sonraki gelişme rotasının tümüyle kanıtladığı gibi burjuva devrimi, tek başına
ele alındığında artık, genel olarak tamamlanamaz. Toplumun feodal süprüntüden
bütünüyle temizlenmesi, ancak, proletaryanın, burjuva partilerinin nüfuzundan
kurtulmuş olarak köylülerin başına geçebilmesi ve devrimci diktatörlüğünü
kurması koşuluyla mümkündür. Bu açıdan burjuva devrimi, sosyalist devrimin
birinci aşamasıyla iç içe geçer ve sonradan bu sonuncusu içinde erir. Ulusal
devrim, böylece dünya devriminin bir halkası haline gelir. Ekonomik temelin ve
bütün toplumsal ilişkilerin dönüşümü, sürekli (kesintisiz) bir karakter
kazanır.
Asya, Latin Amerika ve
Afrika’nın geri kalmış ülkelerindeki devrimci partiler için, demokratik devrim
ve proletarya diktatörlüğü -ve dolayısıyla uluslararası sosyalist devrim-
arasındaki organik bağlantının berrak bir biçimde anlaşılması bir ölüm kalım
meselesidir.
7.Manifesto,
kapitalizmin geri ve barbar ülkeleri girdabına nasıl çektiğini göstermesine
karşılık, sömürge ve yarı sömürge ülkelerin bağımsızlık mücadelesinden söz
etmez. Marx ile Engels "en azından önde gelen uygar ülkeler"de
sosyalist devrimi gelecek birkaç yılın sorunu saydığı ölçüde sömürge sorunu,
onlar için, otomatik olarak çözüme bağlanmış oluyordu; ama ezilen ulusların
bağımsız bir hareketinin sonucu olarak değil, proletaryanın kapitalizmin
metropollerindeki zaferinin sonucu olarak. Bundan dolayıManifesto,
sömürge ve yarı sömürge ülkelerde devrimci strateji sorunlarına hiç değinmez.
Gene de bu sorunlar bağımsız bir çözümü gerektirir. Örneğin "ulusal
anavatan", ileri kapitalist ülkelerde en uğursuz tarihsel ayak bağı haline
geldiği apaçık olmakla birlikte, bağımsız bir varoluş için mücadele vermek
zorunda bırakılan geri kalmış ülkelerde hâlâ, görece ilerici bir etken olarak
kalıyor.
"Komünistler,"
diye ilan ederManifesto, "her yerde bugünkü toplumsal ve siyasi
düzene karşı her devrimci hareketi desteklerler." Renkli ırkların
emperyalist zorbalara karşı hareketi kurulu düzene karşı en önemli ve güçlü
hareketlerden biridir; dolayısıyla beyaz ırkın proletaryasının tam, kayıtsız
şartsız ve sınırsız desteğini hak eder. Ezilen uluslar için devrimci strateji
geliştirmenin onuru, esas olarak Lenin’e aittir.
8.Manifesto’nun
-yöntem değil, konu bakımından- en eskimiş kısmı, on dokuzuncu yüzyılın birinci
yarısındaki "sosyalist" edebiyatın eleştirilmesi (III. Bölüm) ve
komünistlerin çeşitli muhalefet partileri karşısındaki konumunun
tanımlanmasıdır (IV. Bölüm).Manifesto’da sıralanan hareketleri ve
partileri ya 1848 devrimi ya da sonradan gelen karşı devrim o kadar köklü bir
şekilde silip süpürdü ki bunların adları için bile, bir tarih sözlüğüne bakmak
gerekir. Ne var ki günümüzdeManifesto’nun bu kısmı da, belki bize, bir
önceki kuşağa olduğundan daha yakındır. İkinci Enternasyonal’in, Marksizmin
rakipsiz egemenlik kurmuş göründüğü en parlak çağında Marksizm öncesi sosyalizm
fikirleri, kesinlikle geçmişte kalmış sayılabilirdi. Durum bugün farklıdır.
Sosyal Demokrasinin ve Komünist Enternasyonal’in kokuşması her adımda korkunç
ideolojik tekerrürler yaratıyor. İhtiyar düşünler, çocuklaşmışa benziyor.
Gerileme döneminin mürşitleri, her derde deva formüller peşinde koşarlarken,
bilimsel sosyalizm tarafından uzun süre önce gömülmüş olan öğretileri yeni
baştan keşfediyorlar.
Muhalefet partileri
sorununa gelince, geçen on yılların beraberinde getirdiği değişmelerin en derin
olduğu alan budur: yalnız eski partilerin uzun süreden beri yerlerini
yenilerine bırakmış olması anlamında değil, ayrıca emperyalist dönem
koşullarında bizzat partilerin ve onların karşılıklı ilişkilerinin karakterinin
kökünden değişmiş olması anlamında. DolayısıylaManifesto’nun
eksikliklerinin Komünist Enternasyonal’in en önemli belgeleri, Bolşevizmin
temel literatürü ve Dördüncü Enternasyonal konferanslarının kararlarıyla
giderilmesi gerekir.
Marx’a göre, hiçbir
toplumsal düzenin, kendisinde örtük olarak bulunan potansiyelleri tüketmedikçe
sahneden çekilmediğini yukarıda belirtmiştik. Ne var ki eskimiş bir toplumsal
düzen bile, direniş göstermeden yerini yeni bir düzene bırakmaz. Toplumsal
rejimlerin değişmesi sınıf mücadelesinin en sert biçimini, yani devrimi
ön-gerektirir. Proletaryanın, ömrünü tamamlamış burjuva düzenini cüretli bir
darbeyle devirecek güçten şu ya da bu sebepten ötürü uzak olduğu ortaya çıkacak
olursa, istikrarsız egemenliğini sürdürmeye çabalayan finans-kapital için,
mahvedip maneviyatını bozduğu küçük burjuvaziyi faşizmin katliam ordusuna
dönüştürmekten başka yapacak şeyi kalmaz. Sosyal demokrasinin burjuva
yozlaşması ile küçük burjuvazinin faşist yozlaşması arasında neden ve etki
ilişkisi vardır.
Günümüzde Üçüncü
Enternasyonal, bütün ülkelerde, emekçileri aldatma ve onların maneviyatını
bozma işini ikincisinden çok daha edepsizce yürütmekte. Moskova’nın hayasız
uşakları, İspanyol proletaryasının öncüsünü katletmekle yalnız faşizme giden
yolun taşlarını döşemiyorlar; onun işinin önemlice bir bölümünü de
üstleniyorlar. Uluslararası devrimin uzun süreli ve gitgide bir insan kültürü
bunalımına dönüşen bunalımı, temelinde devrimci önderliğin bunalımına
indirgenebilir.
Komünist Partisi
Manifestosu’nun en değerli halkasını
oluşturduğu büyük geleneğin mirasçısı olarak Dördüncü Enternasyonal, şu anda
eski görevlerin çözümü için yeni kadrolar yetiştiriyor. Teori, genelleştirilmiş
gerçekliktir. Devrimci teori karşısında dürüst bir tutumda ifadesini bulan,
toplumsal gerçekliği yeniden inşa etme yolundaki tutkulu iradedir.
"Karanlık Kıt’a"nın güneyindeManifesto’yu Afrikaans diline ilk
çevirenlerin bizim fikir yoldaşlarımız olması, Marksist düşüncenin bugün
yalnızca Dördüncü Enternasyonal’in bayrağı altında yaşadığının bir başka
çarpıcı örneğidir. Gelecek ona aittir.Komünist Manifesto’nun yüzüncü yıl
dönümü kutlandığında Dördüncü Enternasyonal, gezegenimizin belirleyici devrimci
gücü haline gelecektir.
Lev Troçki
30 Ekim 1937
Lev Troçki bu yazıyı
Komünist Manifesto’nun Afrikaans dilindeki birinci basımına önsöz olarak kaleme
aldı. İngilizce’de ilk kez "Ninety Years of the Communist Manifesto"
başlığıyla New International’ın Şubat 1938 tarihli sayısında
yayınlandı.
Yorumlar
Yorum Gönder