Biz üç kardeştik. Babamız ölünce, bize üç bin parça altın bıraktı. Ben bu parayı, üç müsâvi kısma ayırarak kardeşlerim arasında taksim ettim. Ben, kendi paramla bir dükkân açarak ticarete koyuldum. Bir müddet sonra, kardeşlerimin birisi, başka memleketlere gidip uzaklarda seyahat edeceğini söyleyerek seyahate çıktı. Bir sene sonra, on parasız geri döndü. Ona çok acıdım. Onu hamama götürüp yıkattırdım, en güzel elbiselerimi giydirdim. Evimde ikrâm ettim, izâz ettim. Sonra dükkânıma geldik. Her sene ne kâr edersek, aramızda bölüşeceğimizi kendisine vaat ettim.
avarebedevi.blogspot.com
Aradan bir sene geçince, ikinci kardeşim de ticaret için ırak memleketlere gitti. O da birincisi gibi parasız, pulsuz, çıplak ve fakir olarak döndü. Birinci kardeşime yaptığım yardımı, ona da yaptım. Ve kârı, her sene, üç kardeş arasında taksime karar verdik. Ticaretimiz yolundaydı, ettiğimiz kâr ise, ümitlerimizden fazlaydı. Lâkin kardeşlerimin ikisi de rahat etmediler. Üçümüzün birden seyahate çıkmamızı istiyorlardı. Ben de onlara cevaben:
avarebedevi.blogspot.com
— “Siz seyahatlerinizden ne kazandınız ki, tekrar seyahate çıkmaya kalkışıyor ve üstelik bir de beni de beraber sürüklemek istiyorsunuz!” dedim.
Dükkândan ayrılmamaya karar verdim. Onlar mütemadiyen, birlikte gitmemiz için ısrar ediyorlardı. Aradan altı sene geçince, kardeşlerimin yalvarmasına daha ziyade dayanamayarak, onlarla birlikte seyahate çıkmaya karar verdim.
Seyahate çıkmazdan evvel, elimizdeki paraları saydık. Tam altı bin altın paramız vardı. Ben kardeşlerime, bu paranın üç binini ayırıp yere gömmeyi teklif ettim. “Çünkü” dedim, “geriye parasız dönersek, o zaman gömülü bıraktığımız paralar işimize yarar.”
Onlar fikrimi kabul ettiler. Altı bin altının yarısını, yani üç binini ayırıp kimsenin bulamayacağı bir yere gömdük. Elimizde üç bin altın kalmıştı. Bu üç bin altını da üçe bölerek, her birimiz biner altın aldık.
Üç kardeş, bu biner lira ile, ayrı ayrı eşya satın aldık. Yüklerimizi bir gemiye bindirdik, denize açıldık. Varacağımız yere varınca, beraberimizde getirdiğimiz mallar, çok para etti. Bir altınlık malı on altına satabildik. Mallarımızın hepsi satılınca, yine vatana dönmek üzere gemiye döndük.
avarebedevi.blogspot.com
Deniz kıyısında fakir, üstü başı yırtık pırtık bir kadına rast geldim. Kadın bana, sadaka vermeyi ve iyilik etmeyi âdet edinip edinmediğimi sordu. Ben de cevaben, âdet edindiğimi sandığımı söyledim. O zaman, elimi öptü ve kendisini zevce olarak kabul etmemi istedi:
avarebedevi.blogspot.com
— “Bana iyilikle muamele ediniz. Çünkü ben, iyilikle muamele edilmeye lâyığım. Bana yapacağınız iyilikten dolayı mükâfat göreceğinize emin olunuz. Benim şimdiki hâlime bakıp aldanmayınız. Ben bu dakikada göründüğüm gibi değilim!” diyordu.
avarebedevi.blogspot.com
Kadına acıdım. O kadar ki, yüreğimde ona karşı muhabbet uyandı. Yüreğim oynadı. Kadını karım olarak yanıma aldım. Ona en güzel elbiseler giydirerek, gemide en iyi odaları onun için kiraladım. Ona elimden geldiği kadar hürmet ettim.
avarebedevi.blogspot.com
Gemi denize açıldıktan sonra, kardeşlerim, mesut olduğumu görerek nedense beni kıskanmaya başladılar. Bu kıskançlık, sebepsiz yere, yavaş yavaş bir kin hâlini aldı. Bir gece, beni öldürmeyi ve malımla karımı almayı tasarlayıp kurmuşlar. Şeytan, bu işleyecekleri cinâyeti, onlara yapılması câiz bir hareket gibi gösterdi.
avarebedevi.blogspot.com
Ben gece, karımın yanında mâsum mâsum uyurken beni aldılar, denize fırlattılar. Karım bağırmaya kalkıştığı için, onu da arkamdan denize attılar. Evvelâ yemyeşil, sonra kapkara derinliğe doğru, ağır bir taş hızıyla batarken, karım üstümden geldi, beni kaldırınca, havalara uçtu. Beni götürüp bir adanın üzerine çıkardı. Beni adaya çıkarır çıkarmaz, kendisi gözden kayboldu.
Ada, denizin üzerine atılmış bir çiçek demeti gibi güzeldi. Orada, sabaha kadar yalnız kaldım. Şafak olup da yıldızlar birer birer kaybolmaya başlarken, karım önümde göründü. Karım bir periymiş. Kendisini evvelâ tanıyamadım. Onun için gülerek yanıma geldi. Karım olduğunu, Allah’ın izniyle beni bir gece evvel kardeşlerimin şerrinden ve acıklı bir ölümden kurtardığını söyledi. Lâkin işinin daha elân bitmediğini, zira bana fenalık etmek isteyen iki kardeşimi gidip öldüreceğini ilâve etti.
O böyle deyince, kalbimi bir kara keder bürüdü. Çünkü kardeşlerim, ne de olsa kardeşlerimdiler. Karımdan, kardeşlerimi bana bağışlamasını rica ettim. Herkesin fenalığı kendisine ait olduğunu ve fenalık işleyen adamın, işlediği fenalığın onun için bir ceza olduğunu anlattım.
Ne söyledimse fayda vermedi, karımı, bir türlü, gidip kardeşlerimi taşıyan gemiyi batırarak onları boğmak istemesinden vazgeçiremedim. Nihayet karım beni kollarıyla sardı, tâ göklere kadar yükselterek, uça uça beni yavaşça kendi evimin eşiği üzerine bıraktı ve yine rüzgâr olarak gözümden kayboldu.
Ben evimin kapısını açıp da içeri girince, içerde iki kara köpeğin bağlı olduğunu gördüm. Köpekler beni görünce ağlayarak kunduralarımı ve ellerimi yaladılar.
Ben şaşkın şaşkın onlara bakarken bir sesin “Bu köpekler senin kardeşlerindir, onlar on sene müddet köpek olarak uluyacaklardır.” diye bağırdığını işittim. Etrâfta kimse yoktu. Onları yanıma aldım. “Acaba bu iki kardeşime, eski insan kıyâfetlerini verecek birisini bulabilir miyim?” diye etrâfı araştırmaya başladım.
Yorumlar
Yorum Gönder