Bu yazıdaki kişiler GERÇEKTİR. Ve YAŞANMIŞ bir olaydır.
Kişi isimleri ve Yer isimleri BİREBİR AYNIDIR.
Her hatırladığımda içimi burkan bu hikayeyi okumadan önce, yazılanları hissetmen için anlatmam gereken bir husus var. Şu var ki biriyle konuşabilmek için onunla aynı dili bilmek gerekir. Farklı dillerde konuşan iki insan birbirini anlayamaz. Belki el, kol yüz, mimik hareketlerinden bişeyler anlayabilir lakin onun meramını bilemez. Duygularda tıpkı böyledir. Aynı derdi yaşamayan biri senin derdini dinler ama hissedemez. Bu yüzden İsmail ağabeyin hikayesini anlayacaksın ama eğer yüreğinde aşk acısı yoksa hissetmen çok zor. Varsa o zaman tüm bedeninde hissedeceksin. Belki de gözlerin dolacak ağlayacaksın. Kendi acını yeniden hissedeceksin. Aslında yaşamadıysan hiçbir acıyı bilemezsin ya. Ve bu yazıyı yazmamın nedeni, çektiklerim yüzünden kendimden nefret edecek kadar bitmiş olmamdı. O dönemde kimseyle konuşamadım. Derdimi anlatamadım. Anlatsam sevdiğim kız zarar görecekti. Sustum. Yemeden, içmeden, gülmekten hatta hayattan koptum. Çünki; Abla, ağabey, kardeş bildiğim insanların hainlikleriyle öyle bir yıkıldım ki, sincabım olmasa asla toparlayamazdım. Bir gün kendi hikayemi de yazacağım.
Şimdi gelelim İsmail ağabeye. Ben çektiklerim yüzünden bitmiş, tükenmiştim. İsmail ağabey bir şekilde durumumdan haberdar olmuştu. Herhalde karısından öğrendi. Karısı Derya ablada sürekli neyin var diye sorular soruyordu. Dedim ya, galiba ondan öğrenmiş bana yardımcı olmak için, beni evine çay içmeye çağırmıştı. Çağırmasından anlamıştım. İsmail ağabeyle merhabamız olsa da, daha önce hiç evine gitmemiştim. İşten döndüm üstümü değiştim, annemi de alıp İsmail abilere geçtik. Neyse, hoşbeşten sonra günlük işlerden konuştuk. İsmail ağabey laf lafı açar misali konuyu aşka, sevgiye getirmeye çalışıyordu. O aralar pek dolaylı cümlelerden hoşlanmazdım. Zaten yaşadıklarım yüzünden her şey katlanılmazdı. Direk lafa girdim.
-“Abi beni neden çağırdığı biliyorum” dedim. “Hiç yorma kendini, ben yaşadığımı bilirim. Birinin nasihatı bana iyi gelmez. Allah razı olsun beni düşünerek bunu yapıyorsun ama boş ver karışık mevzular” dedim.
-“Ben kardeşime bişey diyeyim mi? Bi müsaade et anlatayım” diye Lafa girdi. İsmail ağabeyin sesinden anladım, yaşamış bi’şeyler. O ara Derya abla girdi odaya. “Çaylar bitti mi?” diye sordu. Bi benim bardağa baktı, daha yarımdı. Bi İsmail ağabeyin bardağına baktı, o bitirmişti. Onun bardağını aldı, benim bardağımı da aldı. “Soğumuştur tazeliyim dedi.” Diğer odaya çayları doldurmaya gitti. İsmail ağabey “Bekle çaylar gelsin, ben kardeşime bi şey anlatıcam.” dedi. Anladım ki, karısının duymasını istemiyordu. Derya olayı biliyor olmalıydı. İsmail ağabeyi biraz tanıyorsam karısına anlatırdı. Herhalde benim yaşadığım aşk acısı onda unutulmuşları geri getirmişti ve Derya ablanın bunu şuan duymasını istemiyordu. Derya abla odaya girdi, çayları bıraktı. Ne konuştuğumuzu merak etmiş olacak ki, bir iki ağzımızı yokladı. İki adamdan da laf çıkmayınca şansını zorlamadı. Yan odaya geçip annemle sohbete devam etti.
-“Kardeşim hakkını helal et. Senin meseleyi öğrendim. Derya dedi ki, hayata küsmüşsün, kimseyle konuşmuyormuşsun, bişey yemiyormuşsun. Bak, belki hakkım değil bunları söylemek ama senide anneni de çok severim. Annen, benim annemden farkı yok. Ayakları öpülesi kadın. O kadar çekti, sizi büyüttü tek başına. Böyle kadının ayaklarını öpüp başına koyacaksın. Sende ondan farklı değilsin. Allah var yukarıda bir kişi bile senin arkandan kötü konuşmadı. Sizi bilen o kadar kişi var biride demedi şu çocuğun ağzından küfür işittim. Bak ne diyorum sana, herkes sizi sever sayar. Bende öyle.” İsmail abi belli ki çektiğimi kendine sıkıntı etmişti. Bana kardeşim diyordu ama benden 15 yaş kadar büyüktü. Derya abla ise 2-3 yaş büyüğümdü. Severdim Derya ablayı da. Annemin yanında çalışıyordu. Saf ve çok temiz kalpli biriydi. Bu arada saf derken, gerçekten saf biriydi. Derya ablaya desen ki, sigara izmaritini yere atma, arabalar üzerinden geçerse lastikleri patlar, inanırdı. İki üç dakika düşündükten sonra kandırıldığını fark ederdi ancak. Anlayacağınız karı koca iyi insanlardı. Neyse İsmail ağabey devam etti. “Bak senin meseleyi tam bilmiyorum. Duydum birini sevmişsin. İstemişsin. Hatta sevip istediğin ilk kızmış. Evinde misafir ettiğin, kardeşim dediğin sofrandaki sana hainlik etmiş. Bak valla bunu duydum. Senin meseleyi vallaha bu kadar duydum. Ne oldu ne bitti bilmiyorum. Zaten sormayacağımda. Ben sana kendi meselemi anlatıcam.” İsmail ağabey burada bi iç çekti. İzleri kapansada, küçük bir hatıra bazı şeyleri kanatabiliyormuş demek ki.
Yazarak fazla uzatmayayım. İsmail ağabey çektiklerimin benim için ne kadar katlanılmaz olduğunu biliyordu. Bu yüzden lafa girmeden, sevda hakkında, sevmek hakkında birkaç güzel kelam etti. Çok şaşalı sözler değildi, lakin yara almış bir kalpten dökülen sözcükler, kendisini anlayan bir yüreğe şifa olabiliyormuş. Bunu hissettim. İsmail ağabeyin lafını bölmeden dinledim. İsterseniz konuşmanın devamını, ben İsmail ağabeyden dinleyipte size anlatıyormuş gibi değilde, siz direk ondan dinliyormuşsunuz gibi onun hikayesini yazayım.
-“Bende sevdim güzel kardeşim. Allah ne zaman aklı yerine getirdi, insan etrafındaki olup biteni anladı, bende yaşım gelip olup biteni anlayınca dayımın kızına sevdalandım. O da beni sevdi. O karşı köydeydi, ben onun olmadığı bir köyde” İsmail ağabey yine bir iç çekti. “Biz hiç açılmadık birbirimize, taa ki gençlik bizden gidene kadar. O zaman derdi dile döktük, ikimizde kabul ettik birbirimizi. Ben askere gitmeden isteyecektim onu, döndüğümde ise düğün yapacaktık. Nirgül ise onu isteyen herkese yok diyecekti. Gel zaman git zaman, askerlik yaklaştı. Nirgül benden üç yaş küçüktü, yaşı daha vardı evlenmeye. Bekleyecektik. Bide onun köyüne gitmek meseleydi, Gitsen bir neden lazımdı. Kız için gittim dersen laf söz olurdu. Bide dayıkızım. Son üç haftadır gidememiştim. Son gidişimde biz küsmüştük. Şimdi hatırlamıyorum ama anlaşamamıştık bir konuda. Tartıştık, küsmüştük. Askerlik celb kağıdı geldi. Ben gidip Nirgül’ü göremedim. Ona onu isteyeceğimi söyleyemedim. Ama yinede biliyordu isteyeceğimi. Ona haber etmeden, askere de gitmeden anamı babamı yollama kararı aldım. Yarın istemeye anamlar gelecek diyemesem de, bizimkileri görse şaşırmazdı. Gidip babamın karşısına çıkıp ‘şu kızı istiyorum’ diyemezdim. Ayıptır, terbiyesizliktir. Anama söyledim. Zaten anlamıştı. Yok mok dedi ama sevdiği mi biliyordu. Çokta diretmedi. Sonuçta abisinin kızı, öz yeğeniydi, kabul etti. Babama söyledi, babamın karşı çıkacağını düşünmüştüm ama ne hikmetse kabul etti. Hiç yokuşa sürmedi. İçimden dedim Rabb'im dularımı kabul etti, sevdiğimle aramızdaki engelleri birbir kaldırıyordu. Bu arada babamda, dayımdan hiç haz etmez haaa. Ertesi sabah anam babam karşıya, anamların köyüne gitti. Ben o gün nasıl geçti anlamadım. Sanki saat durmuş. Geçmiyor. Bizimkiler o gece gelmedi. Yatıya kalmışlar. Ertesi gün oldu yoklar. Ben dedim kesin bir sıkıntı var. Ne bir haber var, nede zaman geçiyor. Velhasıl kelam akşam geldiler. İkisinde de çıt yok. Babam salonda oturdu. Annemde yanında. Kardeşim sofra kurdu. Ye iç derken bir saat geçti. Ben duramıyorum yerimde. Annem anladı. Kalktı diğer odaya geçti. Ben kardeşime diyeyim işte, iki üç dakika geçmedi bende kalktım annemin yanına gittim. Annemin durgun halinden anladım bir şeyler sakladığını. Ben sormaya çekindim ama annem bir iki laf etti hayatla ilgili. Nasip, kısmet falan filan… Ben ne dedi hatırlamıyorum. Anlattıklarından aklımda kalan tek bir söz var. “İstedik, dayın yok demedi. Kıza soralım dedi. Boyu devrilesicede ‘yok’ dedi.” Annem bunu dedi ve konuşmaya devam etti. Ben dediklerini de hatırlamıyorum. Desem unuttum, yalan olur. Ben o zaman bile anam ne anlattı, hiç bilmiyorum. Kulağım annemde değildi. Bilmek istediğim şuydu, Nirgül’ü verdiler mi? Vermediler mi? Duymam gerekeni duymuştum. Anamın söylediği bu ‘yok’ kelimesi bana ağır gelmişti. Kalktım dışarı çıktım. Dünya başıma yıkılmıştı sanki. Hani biz Nirgül’le ara ara kavga ederdik. Bide hatırlamıyorum o sıralarda bişeyden tartıştık. Ama birbirimizden hiç vaz geçmedik. Seviyorduk. Bende, oda seviyordu. Ama ben yıkıldım, sonra öfkeden deliye döndüm. Ben annemi, babamı ayağına gönderdiğim halde sen nasıl yok dersin. Bir tarafım diyor, Nirgül asla yok demezdi. Biliyorum ama neden dedi anlamadım. Sonradan dedim ki en son tartışmamızda bana kızmıştır dedim. Bu sefer daha çok kızdım. Basit bir tartışma için sen neden geleceğimizi yok ettin. Sen, babama aileme neden bu saygısızlığı yaptın ki. Birde neden yok dedin. Ben, ailemi bir daha nasıl göndereyim istemeye. Anladım ki Nirgül bişey hak etmiyor. Ben Nirgül’e inanarak zaten en büyük hatayı yapmıştım. Ben zaten hiç hak etmiyorum. O gecenin sabahına çantamı topladım, kız kardeşime anlattım. Daha o annemlere demeden ben evden çıktım. Gurbete çalışmaya gittim.”
İsmail ağabeyin bir iç çekişi vardı. Nirgül’ü gerçekten sevmiş olmalı. Hissettim sesinin titremesinden. Anlattıkları gerçekten dokunmuştu yüreğime. Belki de çok güzel bir evlilik, doğru insanı bulmuş iki aşık, ergen kızın saçma bir kavgası ve sonrasındaki çocukça tepkisi yüzünden başlamadan bitmişti. Sevipte kavuşamamak bu olsa gerek. Birine güvenmek, onun için yıllarını vermek, her hayalini onla kurmak ve sonrasında onsuz bir geleceğe mahkum olmak. Ailesini yollaması ve düştüğü durum çok kötüydü. Sevmenin bedelini ödeyen biri daha vardı karşımda. Ben çok daha acı bir şekilde ödedim sevmenin bedelini. Her ne kadar, benim gibi olmasa da birbirini seven iki insan kavuşamamıştı. Acı çekmişti. O an İsmail ağabeyi teselli edesim geldi. “Anlıyorum seni” dedim. “Sevmek ve sevdiğine kavuşamamak gerçekten çok zor” dedim. Daha da devam edemedim. İsmail ağabeyin gözleri dolmuştu. İçinde hala yarım kalmışlık vardı. Nirgül acaba hiç sevmemiş miydi onu? Büyüdükçe İsmail ağabeyin yanlış kişi olduğunu mu düşündü. Nedeni bilinmez ama içindeki eksikliği tamamlayamamış biri hala gözyaşı dökebiliyordu. Benim içimde de adını koyamadığım bir ukde de vardı. Birbirini seven ve bunu yıllarca hisseden iki kişi… Acaba neden olmadı diye düşünmekten kendi mi alı koyamadım. Ben çayımı yudumlarken İsmail ağabey devam etti. Daha devamı varmış hikayenin…
“Askerlik vakti geldi, köye dönmedim. Gurbetten askerliğe, askerlik bitince de tekrar gurbette çalışmaya devam ettim. Dört koca yıl geçti aradan. Arada köyü arardım. Önceden sadece muhtarlıkta telefon vardı, arardım annemlerle oradan konuşurduk. Babam gelmezdi telefona. Ben dönene kadar her evde telefon vardı artık. Bizimkileri aradım. Döneceği mi söyledim. Belki istemezler diye düşünmüştüm. Ailem kızgın olsa da, bana hak vermiş gibiydiler. Köye döndüm. Babam kötü davranmadı, köylü biraz nedensiz bulmıştu. Kimi neden gittin dedi, kimi iyi ki gittin para kazandın dedi. Kimse bilmiyordu kalbimin acısından kaçtım. Sevdiğim kıza öfkeliydim. Gençtik cahildik, çektik gittik. Ama kalbinde hep bir çivi vardı. Nirgül çakmıştı. O çiviyi sökmem gerekliydi. Üç dört gün geçti ben anama dedim, dayımlara el öpmeye gidicem. Askerden dönmüşüm ayıp olmasın. Annem biraz endişelendi. ‘Korkma annem’ dedim. ‘Nirgül’ü görsemde artık boş. Oğlun atlattı o mevzuları.’ Ana yüreği işte, hâlâ oğlu için endişeleniyor. Bu yüzden dört yıl boyunca oğlunu kaybetmişti. Korkuyordu. Yeniden acı çekerim diye. Neyse, kız kardeşime ‘Dayımları ara’ dedim. ‘Yarın onlara el öpmeye gidicez. Oradan teyzemlere, sonra anne tarafını ziyaret edicez’ Bundan maksadım, Nirgül geleceğimizi bilsin evde olsun. Nirgül’e edeceğim bir iki çift sözüm var. Ağır konuşacaktım. Onca sene birbirimizi bekledikten sonra neden yok dedin diye hesap soracaktım. O çiviyi yüreğimden sökmem lazımdı. Velhasıl kelam gittik. Teyzemler akrabalar tek tek gezdik. En sona dayımları bıraktık. Gittiğimizde Nirgül evde yokdu. Komşu kızı çeyiz sermişti oraya gitmişti. Bekle bekle gelmedi. Belliydi yüzümü bile görmek istemiyordu. Çeyiz sermek o kadar uzun bişey değil ki. Gidersin çeyize bakarsın sende hediyeni bırakırsın. Bi çay iki muhabbet, sonra kalkarsın. Ama Nirgül hanım gelmedi. Ben o zaman ne kadar bir salak olduğu mu, ne kadar aptal olduğu mu anladım. Yıllarımı verdim, acısından memleketimden kaçtım ama hiçbir şeye değmezmiş. Müsaade istedik dayımlardan, kalkıp çıkacakken kapıda Nirgül denk geldi. “Hoş geldin İsmail abi” dedi. Ben o kadar öfkeliydim ki tek kelime etmedim. Kafamı sağol der gibi salladım. Nirgül o kadar güzelleşmişti ki. Serpilmişti. Ben yüreğimdeki çiviyi sökmeye gittim ama şimdi sanki delik deşil olmuştu. Ona karşı duramıyordum. Çok seviyordum be. Anlıyormusun güzel kardeşim. Gerçekten çok seviyordum. Neyse… Kız kardeşim Nirgül’e sarıldı. İki kız bir birini görünce çok mutlu olmuştu. Ben dayımla kapı önüne çıktım. Biraz daha lafladık. Kardeşime seslendim. ‘Karanlık çökmeden gidelim’ dedim. İki kız ayak üstü hasret giderdi, bu kadar yeterdi. Kız kardeşim çıktı, ayakkabısını giydi, yanımıza geldi. Teyzem kapıda bizi uğurladı. ‘Annenlere selam söyle falan filan’. Teyzemin tam arkasında Nirgül’ün yüzünü gördüm. Gözleri dolmuştu. Sonra eğdi kafasını içeri gitti. Bizde yola düştük. Karanlık çökmeden eve vardık. Yol boyunca kafamdan neler geçti neler… “
Ben kendimi tutamadım. “İsmail abi, Nirgül başkasıyla evli değil mi?” dedim. İsmail ağabey bir iç çekti. “Evet” dedi. “Benden önce o evlendi.” Şimdi İsmail ağabeye daha çok üzüldüm. O kadar sevmesine rağmen, Nirgül’ün yaptığını anlamak çok zordu. İnsan sormadan edemiyordu. “Neden?” diye. Evine geleceğini biliyorsun. Dur işte. İki kelam edin. Bir açıklama yap. Neden ‘yok’ dediğini anlat. Pişman mısın?. Seviyor musun? En acısı şu soru. ‘Hiç sevdin mi?” Bu adam bir açıklama hak ediyordu. İsmail ağabey için çok zor olmalı.
Çaylar epeydir tazelenmemişti. Derya abla birazdan gelirdi. İsmail abiye sormak istediklerim vardı ama konuyu uzatmanın anlamı yoktu. Derya’nın duymasına gerekte yoktu. “Sevmek zor be İsmail abi” dedim. Bana baktı. “Çok daha zoru da var kardeşim” dedi. Galiba hikayesi bitmemişti. Ben köyüne dönüp, Nirgül’ün başkasına verilişini anlatmasını beklerken İsmail abi beni etkisinden hiç çıkamadığım sonu anlattı.
“Ben eve gidince sabaha kadar uyumadım. Aklımda deli sorular. Nirgül’ün başına bişey mi geldi. Biri bi fenalık mı yaptı. Kız ‘Yok’ demeye mecbur mu kaldı. Yoksa evlilik aklını karıştırdı, korktu da o yüzden mi ‘Yok’ dedi. Sevmedi diyemiyorum artık. Çünki biz dönerken bir bakışı vardı, hâlâ beni sevdiğini görebiliyordum. İçim içimi yiyor. Bana cevap lazımdı. Ertesi sabah tarlayı sulamaya gittim. Gece karanlığa kadar bitmedi. Tarlayı susuz bırakamazdım çünki su sırası bizdeydi. Sulamasam ekinler yanacaktı. O gün geç geldim eve. Telefonla dayımları arayasım vardı. Ama geçti. Koca dört yıl geçmişti cevapsız sorularla. Bir gün daha sabır ederim dedim. Uyudum. Sabah uyanınca salonun boş vaktini kolladım. Allah’a da hep duâ ettim. İnşaAllah Nirgül açarda teyzemlere bahane bulmak zorunda kalmam dedim. Saat bir gibi fırsatını buldum, aradım. Telefonu Nirgül açtı. “Alo” dedi. Konuşamadım. Tekrar “Alo” dedi. “Kim siziniz?”. Kardeşim Allah şahit o an sanki zaman durmuştu. Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Herhalde Nirgül’de ben olduğumu anlamıştı, kapamamıştı telefonu. En sonunda “İsmail” diyebildim. Sustuk. “Neden aradın?” dedi. “Nasılsın?” dedim. “Nasıl olmamı istersin?” dedi. Öyle deyince bişeylerin ters gittiğini anladım. Ben daha aklımdakini sormadan Nirgül “Ney duydun ki, bırakıp çekip gittin.” dedi. “Ne kabahatimi gördün. Gelip yüzüme karşı bile konuşamadın”. Ben orada şaşırdım. Dedim, ne diyor bu, istetince yok diyen o, evine gittim, evden kaçan yüzüme bakmayan o. “Sen ne diyorsun kızım” dedim. “Evine senle konuşmaya geldim. Sen evden kaçtın gittin. Bir çeyiz sermesi o kadar mı uzun sürer. Sen gelmek istemedin.” Sessizlik oldu. “Evet gittim ama orada durmadım ki. Bekir dayımların damının köşesinde seni bekledim. Hep orada buluşmuyor muyduk? Sen gelmeye bile tenezzül etmedin. Aradın bizi yarın size geleceğiz dedin. Sırf beni oraya göndertip bekletmek için mi?” dedi. O an anladım ki Nirgül o yüzden gelmedi. Beni orada bekledi. Biz hep orada buluşurduk. “Sana ne yaptım ki, hakkımda ne duymuş olabilirsin ki bunları bana reva gördün”. Nirgül bunları deyince ben yine sinirlendim. ”Bunu sen mi diyorsun, sen ne yaptığını bilmiyor musun?” dedim. Nirgül yine sustu. Ben kendi mi sakinleştirmeye çalıştım. “Ne yaptım İsmail. Dört yıl boyunca seni bekledim. Tek bir kelime etmeden çektin gittin. Sırf sana araba işi yapma, zarar edersek çocuklarımızın rızkını heba ederiz, dedim diye. Küstün gittin.” İsmail ağabey o sıra bana döndü. Hatırladım kardeşim biz bu yüzden küsmüştük dedi. Ben ona, sen evinin kadını ol, işime karışma demiştim. Orada tartışıp küsmüştük. Neyse bende Nirgül’e dedim ki “O değil” dedim. “sen ne yaptığını hatırla istersen” dedim. “Ne yaptım İsmail. Başka erkekle mi gördün. Bekleyeceğim dedim de sözü mü tutmadım. Karın olucam senin, rızkımızı araba alıp satarak riske etme dedim. İşine karışıyorum diye bundan karı olmaz diye mi düşündün” dedi. “Dört yıl sonra çıkıp geldin. Konuşmak için yanıma bile gelmedin.” Ben yine orada öfkelendim. “Sen ne diyorsun kızım, ben sırf senle konuşmak için geldim oraya. Sırf sana yaptığının hesabını sormak için geldim” dedim. Nirgül’de öfkelendi. “Hep buluştuğumuz yere gelmek gelmedi mi aklına. O kadar mı unuttun. O kadar mı sildin beni.” dedi. “Sor şimdi sor hesabını. Neymiş o hesabın. Sorda bileyim.” Nirgül sanki ağlıyordu. Gözleri dolduğuna yemin edebilirim. Sesi titriyordu. Ben yine de kız milletini anlamıyordum. Hep haklılar, hep üste çıkıyorlar. “Neden ‘yok’ dedin” diye sordum. “Neye yok dedim” dedi. “Gerçekten hatırlamıyor musun?” dedim. “İsmail neye yok demişim söyle de bileyim” dedi. “Anamı babamı seni istemeye yolladım. Ayağına geldiler. Neden ‘yok’ dedin” dedim. Nirgül’den çıt çıkmadı. Kabahatini biliyordu çünki. Susardı tabi. Bana yaptığı şey öyle affedilir bişey değildi. “Bu yüzden mi çektin gittin. Bu yüzden mi tek kelime etmeden bana arkanı döndün” dedi. “Karşıma çıkıp sorabilirdin”. Ben bu sefer bağırdım. “Neyi soracağım kızım.. Haaa neyi soracağım. Seni isteteceğimi biliyordun. Niye ‘yok’ dedin. Anlat gerçekten merak ediyorum. Onca yılımızı neden mahvettin” Nirgül yine sustu. “Konuşsana kızım.” Dedim. “Verecek cevabın yok demi” Nirgül ağlayarak şunu dedi. “Beni hiç istemedin ki”. Ben orada dondum kaldım. “Nasıl kızım dedim. Annem babam geldi ayağına. Bir gece sizde kaldılar. Seni istediler. Dayım olur ama kıza soralım demiş. Sende yok demişsin.” Nirgül ağlayarak “ Gurbete gitmeden hemen önce mi?” dedi. “Evet” dedim. “Beni orada istemediler ki. Seyit Ahmet köyünde tarla alacaklarmış. Geçerken bize uğramışlar. İsteme hiç olmadı. Gece kaldılar. Sabahta gittiler.” Ben orada öldüm. Tek kelime edemedim. “Sende karşıma çıkıp neden ‘yok’ dedin diye hesap sormak yerine, tek kelime etmeden çekip gittin.” Nirgül öyle bir ağlıyordu ki bende orada telefonda ağladım. “Ben yinede sevdiğim adamı bekledim. Ona sözümü tuttum. Rabb’ime hep duâ ettim. Ona bişey olmasın diye. Gözümü açtım onu gördüm, onu kocam bildim.” Nilgün ağlamaktan konuşamıyordu. Ben tek kelime edecek takati kendimde bulamıyordum. Yüzümde yoktu. “O kadar sene sonra geldin, karşıma çıkıp anlatmak yerine, öfkenle düşünüp beni görmezden geldin. Bize geldiğinde söyleseydin şuan bu olmazdı.” Nirgül bunu deyince sanki yüreğimi söküp attılar. Öyle bir söyledi ki onu kaybettiğimi hissettim. “Ne olmazdı. ….” Demeden lafı mı kesti. “Geç İsmail. Çok geç. Sen dört yıl boyunca yoktun. Tek kelime etmeden çekip gittin. Döndün. Yanıma geldin. Buluşacağımız yere bile gelmedin. O kadar yıl sonra denk geldik. İlk kez sevdiğim adamı gördüm. Ama öyle nefretle bakıyordun ki. Öyle öfkeyle bakıyordun ki. Gözünde beni sevdiğini göremedim.” Dedi. Bende tutamadım ağladım. “Seni seviyorum Nirg..”. “Sevme İsmail. Artık asla sevme. Dün beni istemeye geldiler. Evet dedim. Yüzüğü takıp gittiler. Ben babamın başını asla öne eğdirmem. Artık beni sevme. Allah’a emanet ol İsmail.” Telefon aniden kapandı. Ben öyle salonun ortasında kala kaldım. Telefon kulağımda ne kadar bekledim durdum bilmiyorum. İsmail abi biraz susunca aklıma H.z. Muhammed’in şu hadis-i Şerifi geldi. “Seven, sevdiğine sevdiğini söylesin”.
İsmail abi hikayesini anlatmanın ve beni etkilediğinin rahatlamasıyla dedi ki ”Anlayacağın güzel kardeşim. Bizde sevdik. Cahildik, bağırmayı çağırmayı erkeklik sanıyorduk. Oysaki konuşsak belki de bunların hiçbiri olmayacaktı. Ne ettiysem kendi kendime ettim. Ondan sonra bir daha Nirgül’ün karşısına çıkamadım. Akrabayız düğündür cenazedir illaki yollarımız kesişiyordu. Ne ben başkasının yüzüğünü takan birine bakabilirdim. Ne o öyle bir kızdı. Hiç denk gelmedik. Taa ki şeye kadar. Üç sene önce memlekete gitmiştim. Yolda gördüm. Yanında boyu kadar oğlu vardı. Beni gördü gözleri doldu. O döndü yoluna gitti ben döndüm yoluma gittim.
Yani diyeceğim o ki. Bak hâlâ nefes alıyorum. Çocuklarım var, karımı seviyorum. Hayat bir şekilde devam ediyor. Sen ne çektiysen emin ol ki, ne Rabb’ine isyan etmeye sebeb, ne de hayata küsmeye…”
Hey sen! İsmail ağabeyin hikayesini okudun. Ben bunu ondan dinlerken çok etkilenmiştim. Zaten o sıralar yüreğim paramparçaydı. Kaybettiğim bir aşk, yaşadığım hainlik, korumam gereken sevdiğim kız. Ve kimseye anlatamam. Yazarken bile duygulandım.
Şimdi ben bu yazıyı yazıyorum ya. Ben o yıkık virane değilim. Artık yüreğim huzurla dolu. Ve evet İsmail ağabeyin dediği gibi hayat sana gerçekleri gösteriyor.
Kader nasibini getirir, nasip gayrete muhtaçtır. Duâ ise gayret etmen için sana güç verir. Sen, sen ol, asla öfkene yenik düşme….
Aga beee ��
YanıtlaSilÜzdü :(
YanıtlaSilBenim merak ettiğim Annesinden hesap sormamış mı ? Ne kızın nede Adamın suçu yok çünkü hep böyledir görünenin ardındaki gerçekler.. Bi kitap okumuştum gördüğüne asla inanma.. peki insan gördüğüne de inanmazsa neye inanıcak ? O yüzden görünenden ötesi her zaman vardır.. Aldanmayın..
YanıtlaSilGerçekten seven sevdiğini söylesin.
YanıtlaSil