Karşındaki dağın siyah silüetine dalıp gitmişti. İki hastane binası arasından gün ağırırken daha bi görünür olmuştu manzara. Siyahtan kurtulan ağaçlar artık çiçek açıyordu yeşile. Köylüydü o, yeşile dayanamazdı. Koyun bakışına, kuzunun zıplayışına. Bide sabahın serin, taze duasına. Hep öyledi sabahlar onun için. Şükürdü, minnetti yeni güne, yeni günü verene. Güneşin varlığını hissettiren ilk aydınlanma yarmıştı gecenin karanlığını. Bir yıldır onu ezen yük kalkmıştı omuzlarından, hissediyordu hafifliği. Lakin bir o kadarda nefret ettiriyordu. Bu gün ona zor gelen kararı vereceği gündü. Ve bedelini ödeyeceği… İğreniyordu kendinden. Allah'ın ona verdiği emanete sahip çıkamayacaktı. O yüzden göğü açan aydınlık bir nevi vaktin geldiğinin göstergesiydide. Bir yılın verdiği yıpranmışlığın, asla kendini affedemeyeceği o kararın ilk şafağıydı. Hiç farketmediği, hiç farkedilmediği kalabalığın sesini duymaya başladı. Koca bir seneyi yapayanlız geçirdi bu hastahanede. Binlerce insanın yüzü geçti hayatından ama sesleri yoktu. Tıpkı akan giden yıl gibi son gecesinde de fark edilmemişti. Onun olduğu barkona gece boyunca birileri gelmiş, soğuğa dayanarak sigarasını bitirmiş, içeri geçmişlerdi. Belki onu ağlarken gördükleri için konuşmak istemediler. Belkide üstündeki eski elbiseler yüzünden. Zaten bir önemide yoktu onun için. Şehre geldiğinden beridir uyum sağlayamadı buraya. En çokta köylü milletin efendisidir lafını ağzından düşürmeyenler tepeden baktı ona. Köylüyü sadece dillerinde üstün tutuyorlardı. En çok acizliğini onların şaşalı, bakımlı giyimlerinin yanında hissetti. Ait değillerdi bu dünyaya. Herkesin hakkı vardı, onların yoktu yaşamaya. Yedikleri içtikleri bir lütüftü. Herşey o şaşalı elibiselerin hakkıydı. Düşünceleri kapı sesiyle dağıldı. Birimi yanındaydı. Hiç fark etmemişti. Sigarasını içip giden biri. O ise fark edilmeden balkonun bir köşesinde tütününü içmişti. Aydınlık biraz daha doldurmaya başladı göğü. Galiba ölüyordu. Ölmemesi lazımdı. Sebebleri vardı. Dört çocuğu vardı onu hayata bağlayan. Onu mecbur bırakan. Barkonun kenarına iyice yaklaştı. Yükseklik hoşuna gitmişti. Altı kat olmalıydı. Altıncı katta olmalıydı. Bir son geldi aklına. Hep düşündüğü ve istediği. Kendi adına bir kurtuluş. Ya çocuklar. Ya Su’yu. Suyum derdi karısına. Severek evlenmişlerdi. Bana hayat veren cansuyum derdi. Yaşamımın kaynağı derdi. Onu nasıl ardında bırakabilirdi ki. Tek seferde ölebilirmiydi acaba. “Gelirken kiraz al bana. Çocuğum istiyor. Bak teklemeldi çabuk olsun diyor.” Ya sakat kalsa, daha büyük sorun demek. “Sana ne yaptım biliyor musun. Mantı :).” Yük olmamalı kimseye. Hele ki sevdiklerine. “Başımı göğsüne yaslayıp kalbini dinleyerek uyumak bana huzur veriyor.” Aşşağısı onu çağırıyordu, sevdiğinin, cansuyu’nun sesi ise zihninde yankılanıyordu.
-“Abi”
Biri mi seslendi. Arkasına döndü. O hemşireydi. Koca sene boyunca onunla ilgilenen. Evinden kek börek getiren. Bazen evi boşken evin anahtarını verip, banyo yapmasına izin veren hemşire.
-“Vakit geldi”
Hastahene balkonlarıda büyük olurmuş, şimdi fark etti. Hemşire kapıyı kapamadan onu bekliyordu. Her zaman, günaydınlarla, tatlı müzipliklerle ağabeyini güldüren o kız yoktu karşısında. Ağzını bıçak açmıyordu. Nasıl açsın ki. Birini ölüme gülerek gönderemezsin ki. Hemşirenin bacaklarının arasından en büyük oğlu belirdi. Aradan sıyrılıp koşup babasına sarıldı. “Baba bu gün yukarıdaki tarlaya gidelim mi. Sen sularken bende sana yardım ederim.” O kısacık kollarıyla babasının beline sarılmışcasına iki bacağını dizlerinin hızasından kavramıştı. Başını kaldırıp babasının gözlerine kenetlemişti gözlerini. “Olur” demek geldi içinden ama birazdan ölüm bekliyordu onu. Onları.
-“Abi” dedi hemşire. Bu anı uzatmamalarının farkındaydı. “Başhekim bekliyor.” dedi.
Oğlunun elinden tuttu ve hemşireyi takip ettiler. Ilk göz ağrıydı oğlu. Ilk sevinci. Sevdiği kadından ilk hediyesi. Tüm çocuklarını seviyordu ama ilklerin verdiği o tatlı heyecan çok farklıydı. Ilk uykusuz gecelerdi. Hele ki cansuyu’nun ilk emzirişini izlemek. “Gitmem gerek oğlum” demek geldi içinden. Ama nasıl açıklayabilirdi ki. Nasıl ölümü anlatabilirdi ki. Ruhuda bedebi gibi küçücüktü. Ölüm ağır gelirdi ona, kendi ruhu bile kaldıramazken.
-“iştahın olmaz diye düşündüm ama simit aldım iki tane bi bana bi sana” dedi genç hemşire. Sesinde birazdan ölüme gidecek olan biriyle konuştuğunun farkındaymış gerçeği vardı. Dönüp hemşirenin gözlerine baktı. Kızarmışlardı. Ağlamamak için direniyorlardı.
-“insan kaderi değiştiremez abi.” Sesi kısık çıkmıştı hemşirenin. Dudaklarının kenarı aşşağı döndü. Çenesi büzüldü. Bir bebeğin ağlamamak için kendini tutması gibi titredi dudakları. Sustu. Ne desede gerçeği değiştiremezdi. Oğluna döndü ve son anların tadını çıkarmak istedi. Ilk bakala gidişleri geldi aklına. Boyu yetmiyordu babasının elini tutmaya ama yinede bırakmadı babasının elini. Huzurlu bir gülümseme düştü onun yüzüne. Oğluna veda edebilirmiş gibi hissetti bir an lakin ondan nasıl vazgeçebilirdi ki. Karısı ve diğer çocukları geldi aklına. Köydediler. Babaları ölüme yürürken onlara hiç birşeyden bahsetmemişti. Iki numarası tam bir ders canavarıydı. Taktirleri grurla taşırdı elinde. Diğer çocukları okuyacaktı. Ve kendilerine çok güzel bir hayat kuracaktı.
“Mehmet Demirci hazır mı?” hemşire son kontrolleri yapıyordu. Oğluna dalmıştı. Veda edebilmek istiyordu ama nasıl edebilirdi ki. Gelmişlerdi odanın kapısına. Hemşire dönüp ona baktı. Kapı açıldı. Bir yatağın başında insan kalabalığı vardı. Herkes dönüp kapıdakilere baktı. O ise olduğu yere çivilenip kaldı. Hemşire elini omuzuna koydu. Elini tuttuğu oğluna baktı. Zaman durmuş gibiydi.
-“Oğlum. Canım. Allah benden alsın senin ömrüne versin.” Odadakiler konuşmaya başladı. Bişeyler yaptıkları belliydi. “Benim gücüm yok oğlum. Bunu kaldıracak gücüm yok.” Gözlerinden yaşlar bi anda aktı. Ani bastıran yağmur gibi bi anda çenesinden damlalar düşmeye başladı. Yutkundu. “Memedim, ilk göz ağrım..” yutkundu.
-“Mehmet Demirci. Yaş 17. Ölüm saati sabah 8:10” başhekim babaya daha fazla eziyet etmek istemiyordu. Süreyi uzatmak babaya işkenceydi. Yataktaki gencin bağlı olduğu makinaların fişi çekildi. Kalp atışlarını gösteren ekran düz çizgiye dönüştü. Ve kesintisiz devam eden ses. O cihaz kapıtalmasa bi ömür insanın düşüncelerinde yankılanacak o ses.
Yatakta duran oğluna baktı. Hareketsiz uzanıyordu.
-“Gitme babaaa…”
Yanında duran oğlu rüyadaki görüntüler gibi silinmeye başladı…
Yorumlar
Yorum Gönder