iki yolcu


Zamanın birinde, ayrı ülkelerden iki yolcu birbirinden habersiz yola çıkmışlar. Amaçları yeni ülkeler görmek ve o ülkelerde neler olup bitiyor öğrenmek ve yeni şehirleri görmek. Kader buya uzun bir zamandan sonra bu iki yolcu bir handa karşılaşmış. Küçük bir tanışmadan sonra ikisinin de aynı niyet üzere yola çıktıklarını anlamışlar. Her ikisi de sırası ile konuşmaya başlamışlar ve birbirlerine gördükleri ülkeleri keyifle anlatmaya koyulmuşlar. Sohbetin verdiği o haz ile saatler, günler ve haftalarca konuşmuşlar. Konu en sonunda kendi ülkelerine gelmiş. Yolculardan birisi derin bir nefes çekip.

- Ah efendi, hiç sorma. Benim ülkem öyle kötü bir vaziyette ki, nasıl anlatsam nereden başlasam inan hiç bilmiyorum.

Diğer yolcu bu sözler karşısında. Biraz hayret biraz şaşkınlık ile ne kadar kötü olabilir ki düşüncesi ile kendini adeta zamanda yolculuk yapmış gibi başka zamanlara götürdü. Biraz suskunluğun ardından.

-Anlat hele efendi, her derdin bir dermanı her yolun da varılacak bir sonu vardır. Demiş.

Bunun ardından ülkesi kötü olan yolcu anlatmaya başlamış.

-Benim ülkemin şehirleri sokakları biraz viran halde bakımsız ve günden güne eskimeye yüz tutmuş. Zanaatkar olanlar ise sanatlarında çok kötüler, işçilikleri zayıf ve kendini geliştirmiyorlar hep boş işler ile meşguller. Ne beklediğin işi zamanın da yapıyorlar nede istediğin gibi bir işi senin istediğin şekilde yapıyorlar hatta yaptıkları iş o kadar kötü oluyor ki, buna dahi aldırış etmiyoruz. Yaptıklarına şükür ediyoruz. Zira bazen istediklerimizi yapmıyorlar bile. Güzel bir kaç kelime duyalım desek edebiyatçımız o kadar berbat halde ki iki yüz kelime bile ancak biliyor. Hele bir haraç memuru var ki elimizde ne varsa hemen göz koyuyor ve alıyor. Hatta herkese o kadar çok yalan söylüyor ki başka ülkelerden kandırdığı olursa oradan da çalabildiği kadar çalıyor. Birde askerlerle birlik olmuş hem kendi şehrimizi talan ediyorlar oda yetmezmiş gibi başka ülkelere de saldırıp bize ve onlara zarar vermekten hiç çekinmiyorlar idi. Bi'de bizim bir vezir vardı, bak o doğru sözlüydü, askerler ve haraç memuru bunu o kadar çok gölgede bıraktı, bide casuslar da onu hep yanıltınca vezir doğru kararlar alamaz hale geldi. Padişah onu bırak dinlemeyi, akıl danışmaz  oldu. Padişahta onlara uymuş. Padişah, askerler, haraç memuru, ve diğerleri günden güne bizi kötüye götürüp sonumuzu getiriyorlarde ve hiç farkında bile değiller efendi. İşte benim bu ülkem böyle mahvolmuş bir halde.

Yolcu sözlerini anlatırken hem duygulanıp hem de üzüldüğünü fark eden diğer yolcu kendi ülkesini anlatıp anlatmama konusun da biraz tereddüt etmiş ve içinden belki diğer yolcu ülkesine dönünce padişahına kendi ülkesinin padişahını anlatır ve ülkesi düzelir umudu ile kendi ülkesini anlatmaya koyulmuş

-Efendi aslında pek ülkenin bu haline yabancı değilim. Sen anlatırken ülkemin eski hali aklıma geldi. O dönemlerde halk olarak bizde sizin gibi zor zamanlar geçirdik.

Deyince diğer yolcu heyecanla söze atılmış.

-Peki efendi, sizin ülkeniz eskiden bizim ülkemiz gibiyse şimdi nasıl?

-Anlatayım da dinle efendi.

Dedikten sonra başlamış anlatmaya

-Dediğim gibi eskiden sizin ülkeniz gibiydik. O zor zamanlarda ülkemize bir tane seyyah geldi. O seyyah öyle hoş sohbetli öyle tevazu ehli biriydi ki onun anlattıklarını anlatmaya benim lisanım el vermez. Onu görenler ona hürmet ediyor, sohbetlerine katılıyor ve sürekli onunla beraber olmaya çalışıyorlardı. Seyyahın güzel huylarının yanın da birde inatçılığı vardı ki sorma gitsin. Bir şeyi yapmak istediğinde onu muhakkak yapar asla vaz geçmezdi. Seyyahın namını duyan padişah onu bir gün sarayına davet etti ne olduysa işte o zaman oldu.

Padişah ile karşılaşan seyyah uzunca sohbete koyuldular kimi zaman seyyah konuştu kimi zaman padişah. Seyyah anlattıkça padişah hayretler içerisinde kalıyor bu olmaz imkansız dediği bir çok olayların var olduğu karşısında hayranlığını saklayamıyordu. Seyyah gezdiği ülkelerdeki padişahları anlatmaya başladığında, oradaki padişahlara hayran kalan padişahımız saltanatının ne kadar kötü olduğunu ve halkının ne zor durumda olduğunu fark edip seyyahın yanında bir söz verdi. Ülkesinde her bir kişinin saltanat ve refahı için çalışacağına ve başka ülkelerinde kendisine hizmet etmek için zevkle yarışacağı bir ülke olmak. İşte bu söz ülkemizin ve halkımızın baştan sona değişmesine sebep oldu.

Padişahımızın ilk işi unuttuğu vezirini yanına çağırmak oldu. Onun ile uzun süreli bir konuşma yaptılar, orduyu nasıl düzelteceği hakkında yapılan konuşmaların ardından bazen vezir başka yerlerden destek alarak bazen de kendi fikri ile orduyu padişahın emrinin altına almanın yollarını söyledi. Bunun ardından yapılan planlar ve zorlu uğraşlar sonun da padişah, orduyu emri altına almayı başardı. Sonra padişah emrinde ki askerler ve vezir ile birlikte haraç memurunu dizginleyip gözünü başka şeylere her diktiğinde ceza vererek ve onu dizginleyerek sadece kendi olanına kanaat etmesini sağladılar ve maliyemiz öyle yoluna girdi. Artık padişah o yalancı haraç memurunu dinlemez oldu. Bu sayede bir çok bela ve musibet bize gelmesine engel oluyor ve huzurumuz günden güne artıyordu. Padişahımız bunlar ile yetinmeyip casuslarını her bir bölgeye ayrı ayrı gönderdi, sürekli onlar ile irtibat halinde olabilmek için Casus başını, Sır katibinin emri altına verdi. Sır katibi gelen her bilgiyi saklı tutuyor. ve sürekli Padişah ile doğru sözlü vezire en ihtiyaç duydukları anda gelen bilgileri aktarıyordu ve padişahımız bir çok olayı bu sayede en az bela ile atlatmayı başardı. Bunun ile yetinmeyen padişahımız veziri ile bir olup ülkemizde ki sanatkarların gelişmesi için elinden gelen her gayreti gösterirken vezirin de sürekli kendini geliştirmek ve yeni şeyler öğrenmesi için sürekli teşvik ediyordu. vezirde kendisini geliştirmekten bir adım geride durmuyordu. Edebiyatçımız ise vezir ile birlikte yaptıkları gezintilerinden o kadar çok söz öğrendi ki, padişah emir verip konuş dediğinde, sözleri ile herkesi hayranlık içinde bırakıp adeta büyüler oldu. Sanatkarlar işlerinde o kadar mahir oldular ki yaptıkları her işi herkes hayranlık ile takdir eder oldu. İşte efendi bizim ülkemizin başından da bunlar geçti ve şimdi huzur ve refah içinde yaşayıp gidiyoruz.

Bu iki yolcunun sohbetine kulak misafiri olan Hancı kendi kendine düşünerek şunları söyledi.

-Ülkelerde aynı insanlar gibi her insanın emir veren padişahı yani kalbi var. Öfkesi var askerler gibi doğru yerde kullanıldığında zaferler verecek, şayet o insanı kullanırsa harap edecek. Şehveti var haraç memuru gibi her şeyden pay isteyen yalanlar ile istediği her şeyi elde etme arzusunda olan. Vezirde olsa olsa akıldır, zira insana her seferinde doğruyu söylen aklıdır oda kendini geliştirdiği kadar. Sonra insanın duyu organları ve hisleri casus olsa gerek doğru kullandığımızda bize bilgi veren. Casus başı da hayal gücümüz olması lazım gelir. Sanatkarlar ellerimiz edebiyatçımız da dilim olsa gerek. Ülkeler insan gibi insanlar da farklı farklı ülkeler gibi padişahı güzel olan huzur içinde yaşar kötü olanın vay haline.

Yorumlar