Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, empati yoksunluğunun zirve
yaptığı herkesin kendi penceresinden hayata baktığı, kimsenin kimseyi
umursamadığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu zaman kırık bir bardak gibi,
tuttuğumuz yerden elimizde kalıyor. Bütün söylediğimiz sözlere karşılık
herkesin kendince eksik lugatı ile cevabı var. Bütün verilen cevapların
karşısında söylediğin sözü anlamadan verilmiş cevaplar olması, insanın
canını daha çok yakıyor. Sanki kimsenin birbirini anlamaya zamanı yok.
Biz ne zaman bu hale geldik inanın anlamış değilim. Bir kişi iyi bir söz
söylediğinde övünürken, sert bir dille yapılan ikaza hemen kendimizce
savunmaya geçiyoruz. Peki yapılan bu ikazın bizim için gerçekten iyi
olup olmadığını düşünüyor muyuz? Bizim menfi düşüncelerimize aykırı
olabilir, veyahut doğru zannın da olduğumuz fikir yada bilgilerin bir
çoğunun yanlış olduğunu idrak etmemiz için verilmiş bir ikaz da
olabilir. Niye bu ihtimalleri göz önünde bulundurmuyoruz? Neden her
seferinde kendimizi savunmaya alıyoruz? Karşı tarafın hiç mi haklılık
payı yok? Bir kişi çıkıp evet o haklıydı dediğinde cevaben üslubu
yanlıştı diyerek yine kendimizi savunuyoruz. Bu yaptığımız kendimizden
taviz vermeden bencilce yapılan bir müdafaa değil de nedir? Neden yanlış
bilgiye yada fikre sahip olduğumuzu kabullenemiyoruz? Çok basit
argümanlarımız var. Örnek vermek gerekirse ben neler yaşadım biliyor
musun? ben bu bilgiyi ne zorluklarla öğrendim biliyor musun ben ben ben.
Her savunma cümlemizin başında ben kelimesini kullanırken aslında
sadece kendimizi koyuyoruz ortaya ve en çok kendimize verdiğimiz değeri
koyuyoruz, ve en çok bencilliğimizi ortaya koyuyoruz. Peki ya karşı
taraf, orada kim var? İşte yaptığımız en büyük bencillik buradan oluyor.
Her seferinde kendimizi ön plana koyup başkalarının dediğini
düşünmeden, aslında onların savunma hakkını öldürüyoruz ve yavaş yavaş
onu kendimizde öldürüyoruz ve geçmişe dönüp baktığımızda bir zamanlar
kendimize yakın gördüğümüz bir kişiyi nasılda kendimize yabancı
yaptığımızı görüyoruz. Sonrası pişmanlıklar üzüntüler ağlama krizleri
gibi bir çok duygusal hezeyanlar yaşıyoruz. İşte burada bir çok atasözü
aklıma gelmiyor değil. ''Dost acı söyler'' diye herkesin bildiği bu
atasözünü sadece bir örnek olsun diye sizinle paylaşmak istedim. Yazıma
son verirken sizinle küçük bir anekdot paylaşmak istiyorum. '' Devrinin
cihan imparatoru ve dünya da tek hükmü geçen ve sözünün üstüne söz
söyleyecek başka bir sultan bulunmayan Kanuni Sultan Süleyman Han
döneminde gayrimüslim bir kişi vefat eder. Vefatından bir gün sonra
vergi borcu gelir. Oğlu vergi memurlarına babasının ölümünü bildirse
borç zaten silinecekken oğlu bunun yerine Kanuninin hocasına durumu
anlatır. Bunun üzerine hocası kaşlarını çatarak. ''O Süleyman bu
zalimlikle nasıl o taht da oturuyor? sorun ona'' der. Bu sözü duyan
Kanuni apar topar hocasının yanına gider ve huzuruna girdiğinde hocası
kaşlarını çatarak ''Zulmün ölülere ulaştı'' diyerek sert bir şekilde
ikaz eder. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman han olayı öğrenip hemen
hatasını düzeltir.'' İşte Kanuniyi cihan Sultanı yapan da bu sert
ikazlar ve sert eleştirilerdi. Ve O ben demek yerine hatasını düzeltmeye
gitti. Bilin istedim.
Yorumlar
Yorum Gönder