Hayatı anlamak zordur derler, lakin gören ruhlar için bu böyle değildir. Hayatın iki yüzü vardır. Rüzgâr ve yağmur misali iki farklı deseni vardır. Rüzgâr adaletsizlik getirir ve esti mi, sadece güçsüz olanı savurur, harap eder. Güçlü olan ise ayakta kalır. Bazen o kadar acımasız olabilir ki güçlü bile ayakta zor dayanır. Yine de her zaman, zayıf olan ezilir, yıkılır, devrilir. Güçlü olan ise daha da güçlenerek atlatır fırtınayı. Oysaki yağmur adalet dağıtır, herkese eşit yağar. Dualarda yer edinir, şarkılarda anlatılır, güzellikler ondadır. Rahmettir. Ve insan tam da budur. Yağmura sevdalanıp, rüzgarla yaşayandır. Yağmura inanıp, rüzgâra katlanandır.
Lakin adaletsizlik bununla yetinmez. Merhametsizlik sınır tanımaz. Zalimlik hastalık gibi çürütür ruhları. Zayıf olanı ezmek gayesiymiş gibi, yağmura da bulaşır. Bazılarının huzuru bulduğu, bazılarının yalnızlığını yaşadığı, bazılarının ise sadece tarlasındaki fidana duyduğu umut misali sevdiği yağmurda artık adaletsizliğin kendisidir. Fırtınalar boranlara, kasırgalara dönüşür. Daha da yakıp yıkan, daha da yok edendir. O sert rüzgarlar yağmuru da katar önüne, daha da perişan eder estiği yerleri. Çünkü yağmur vardı orada. Merhamet olacakken, adalet beklenirken yine zorbalık hükmeder. Kendisi yetmezmiş gibi, masum damlaları da zalimleştirir, bozar, mahveder. Yağmurda artık adaletsizliğin kurbanıdır.
Bundan daha beteri ise hayatın böyle olduğunu kabullenip bu düzene yenilmek, yağmura umut etmekten vaz geçip, rüzgâra boyun eğmektir. Çünkü adalet sana uğramamış, kuru topraklarını yeşile boyamamıştır. Tenini kesen rüzgâr olursun, tenleri kesersin. Yüreğine huzur vermeyeceğini bile bile, başka yüreklerin akıttığı gözyaşı olursun. Adaletsizliğini haklı çıkarmak için kuraklığı suçlarsın. Ya da sanki rüzgâra eşlik eden yağmurmuş gibi, damlalarda suç ararsın. Mazeretleri neden yapar, maskelerin ardına saklanırsın. Güçlü değilsindir ama, rüzgâra direnen güçlünün taklidini yaparsın. Lakin fırtınalar estiğinde, adaletsizlik kol gezdiğin de ya o adaletsizliğin taraftarı olursun, güçlü olan olursun ya da seni yıkmasın diye, bir kovuğa saklanırsın. Görmezsin, duymazsın, bilmezsin.
İşte hayat insana bunu öğretir. Çocukken yağmura sevdalı yürekler büyüdükçe rüzgârın adaletini seçer. Öncesi öyle miydi? Sokakta kim olduğunu düşünmeksizin kendi gibi birine arkadaş olurdu insan. Oyunlarını onunla oynar, mutluluğunu onunla paylaşırdı. Daha iki saat önce tanıdığı çocuğu, kırk yıllık dostunu anlatır gibi heyecanla anlatırdı evdekilere. Yine arkadaşının yanına gitmek için yarını sabırsızlıkla beklerdi. Merhamet öyledir, kıyafetine bakmaz, toplumun kalıpları olan sınıfa bakmaz. Bir çöpçünün çocuğu da olsa, ya da bir iş adamının varisi, onun için fark etmez. Göze güzel veyahut çirkin gözükmesi de önemli değildir. O, onun arkadaşıdır. Elindeki atıştırmalığı onunla paylaşır. Hayatında yer vereceği gibi oyununda yer verir ona. Çünkü çocukların yüreği yağmurun en güzel rengiyle sulanmıştır. Başta merhamet her yüreğe eşit yağar. Büyüdükçe rüzgârlar esmeye başlar. Estikçe insanı yorar, bıktırır, tahammülsüz yapar. Her dikilen fidan, yeni bir rüzgâr ile ziyan olur. Geleceğe duyulan her umut, dumanın savrulması gibi rüzgârlarda dağılır gider. Kim olduğuna bakmaksızın arkadaş olacağın kişiler seçilmeye başlanır. İsteklerin karşısında insanın birbirini anlaması kifayetsizleşir. Göze güzel olan sevilir sadece, sana denk olan arkadaşın olabilir. Zengin ve fakir kelimeleri girer lugatına. Çünkü rüzgâr estikçe nasırlaşır yüreğin. Sen yağmura sevdalı, karşındakilere eşit davransan bile onların rüzgârı senide yıkar. Ve sende rüzgâra dönüşürsün. Ya merhamete olan inancından vaz geçip güçlü olan olacaksın, ya da her zülüm gördüğünde yıkılan.
Çok nadir olsa da en acımasız fırtınada, zulmün, adaletsizliğin, zayıf olanın yıkıldığı yerde inadına ayakta kalanlar var. Fırtınalar yağmuru da katsa önüne yıkılmayanlar var. Bu insanlar güçlerini, eşitliğe ve asıl güzelliğin yürekte olduğu gerçeğinden alır. Yıkılsalar da yeniden ayağa kalkmayı, yeniden filizlenip umut saçmayı başarır. Ve yağmurun herkese bir gün eşit yağacağını anlatır, rüzgâra boyun eğen yüreklere.
Peki ya rüzgâra dayanamayıp, yağmura küsenler. Yıkılmamak için adaletsizliğin kendisi olanlar. İşte onlar kısır döngünün kendisi olurlar. Dönüşmelerine neden olan adaletsizliğe dönüşürler. Ayrıştırırlar. Sınıflandırırlar. Hastalık gibi huzursuzluğu yayarlar. Taktıkları maskelerde yüzleri gülse de yastıkları şahittir huzursuzluklarına. Kimisi hisseder yanlış tarafı seçtiğini. Çocukluğundan kalma, yağmurla sulanmış içindeki küçük bir parça ona sürekli söyler, rüzgâr olmaması gerektiğini. O ise dinlemez yağmurun yüreğinde kalan son zerresini, güçlü olmanın ve kabul görmenin rüzgâr gibi esmekle mümkün olacağına inandırmıştır kendini. Kimisi de o sesi dinlemeye dinlemeye artık rüzgârın ta kendisine dönüşmüştür. Eser, yıkar, kırar… Ve hatta onu kötü gösteren yağmura bulaşır. Yağmuru da bir hastalık gibi yok etmeye çalışır. Kısır döngü yine devam eder.
Bu döngü zamanla insanlığı esir alır. Yağmur ile rüzgârın savaşında rüzgâr galip gelir. Aslında söylenmişti insana, Kâbil olma denmişti. Lakin insan doğasını dengede tutamadı. Rüzgâr insanı yıktıkça, rüzgâr olmak insana kabul edilebilir geldikçe, hayatlara hükmetti. Doğrular isteklere göre doğru oldu, amaçlar isteklere göre yol çizdi kendine. İnsanlık rüzgârın egemenliğini benimsedi. Artık her şey adaletsiz bir düzenin adaleti altında kabul gördü, yargılandı. Yağmura inan ve savaşından vazgeçmeyenler aykırı oldu. Düzeni bozan oldu. Adaletsizliğin sağladığı adaleti sorgulayan oyun bozan oldu. Yine de bir yerlerde onlara inanlar hep oldu. Adaletsizliğin karşında duranlar birbirlerini buldukça, rüzgârın adaletine itiraz ettiler, bir gün bu düzenin değişeceğine inanarak.
Ya rüzgâra karşı savaşacak kadar gücü kendinde bulamayan ama çocukluğundaki gibi merhameti yüreğinde taşıyanlar. Rüzgâr kesse de tenlerini merhametini yitirmeyenler. İşte bu dengesizliğin asıl kurbanı olanlar onlar. Ne rüzgâr olabildiler ne ona karşı durabildiler. Yüreklerinde hep çocuk kalıp, bu düzende yetişkin olmaya mahkûm kaldılar. Zaten hayat onlara seçebileceği çok seçenek sunmamışken, seçemedikleri yüzünden bile yargılandılar. Algıların güzel olanı yüceltmesinden ötedir, güzel görülmeyen gölgelerde kaldı hep. Doğumunda ona bahşedilenler sonrası için yeterli gelmediği için, kendinin seçmediği ve kendini asla kurtaramadığı bir alt kesim sınıflandırmasının altında ezildiler hep. Rüzgârın adaletine göre güç onlarda yoktu ve hatta dahi ki, onlar yaşamayı bile hakketmeyenlerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder