Beraz

Yorgun ama mutlu çiftçi çayından bir yudum daha alıp tarlasını gözleriyle süzmeye başladı. Üç traktör daha ot çıkar gibiydi. Aklındakileri istediği gibi yapabilirse kışı daha rahat geçirebilecekti. Hayvanları baharda da besili olacaktı. Bardağından son yudumunu içti. Çay yorgunluğunu üzerinden çekip almıştı. Daha dinç hissediyordu ve vakit kaybetmek olmazdı. Onu bekleyen çok işi vardı. Güneş tam tepeye çıkmadan tarlanın çeyreğini bitirebilseydi kafası rahat edecekti. Eline tırpanını ve bileme taşını aldı. Daha taş, tırpanın keskin yüzüne değmeden, karısının ses tonu onun tüm dikkatini dağıttı.

“Recep bişey olmuş.” dedi karısı, korkuyla kocasının arkasındaki tepeye bakıyordu. Adam karısının yüz ifadesinden yanlış bişeyler olduğunu anlayınca, hızla arkasına dönüp etrafa baktı. Bir şey göremedi. İşte tamda o anda gözleri dağın yamacından inen birine takıldı. Bir nokta kadar küçüktü lakin koşarak hızla aşağıya indiği belliydi. Yokuş aşağı hızla koşmasından bir şeylerin çok ters gittiği çok belliydi.

“Allah beterinden korusun. Recep bu hiç hayra alamet değil.” dedi kadın korkuyla.

“Haklısın hanım.” dedi adam sakinliğini koruyarak. Durumu anladığı ses tonundaki keskinlikte belliydi. “Toparlan, çocukları hazırla. Öğlen namazına kadar gelmezsem, itire yükle eşyaları eve doğru yol alın.” Dedi, ilerde bağlı olan katırı işaret ederek. Sonra tek hamlede atına atladı, atını dört nala dağın eteğinden aşağı doğru inen adama doğru sürmeye başladı.

***

Çoban kan ter içinde, dilinin ucuna gelenleri söylemeye çalışsa da beceremedi. Yaşananların suçlusu olarak kendini görmesi bir yana, son iki saat içine yaşananlar ona çok fazla gelmişti. Habibe hanım ona bir bardak su uzattı. Belli etmemeye çalışsa da oda korkmuştu. Bu çocuk altı yaşından beridir yanlarındaydı ve ilk kez eli ayağı titrerken görüyordu.

“Otur şuraya” dedi, ilerdeki tabureyi göstererek. Ne olduğunu merak edip gelen komşunun genç oğluna atı işaret etti. Genç atı dizginlerinden tutup ilerdeki ağacın gövdesine bağladı. Çoban biraz soluklandıktan sonra kendine gelebilmişti. Atı işaret ederek “Recep abinin atı. Yolda o beni karşıladı. Haber getirmem için atı bana verdi.” Bu cümleler çobanı biraz sakinleştirdi. Kendini ifade edebilmek bi nebze iyi hissettirdi. “Azvrak’ın oradan iniyordum. Beni görüp gelmiş, atı verdi, daha hızlı haber getireyim diye.” Çobanı yeniden korku sarmaya başladı ama o devam etti. “Kurt sürüsü saldırdı hanımım” kelimeleri ağzına tıkanır gibi oldu bi an. “Nasıl oldu anlamadım ama bi anda her yeri sardılar” sustu ve üstündeki elbisenin parçalanan kısımlarını gösterdi. Kurtlarla boğuştuğu çok belliydi. “Guro kurtardı beni. Yoksa beni de parçalarlardı. Kurşunlarım bitti. İki tanesini vurdum ama çok fazlaydılar hanımım.” Çoban derin bi nefes aldı. “Çarem kalmadı. Aklıma gelen tek şey haber getirmekti.”

“Rıdvan, koş bizimkilere haber ver” Habibe çok soğuk kanlılıkla konuşmuştu. Sözleri net ve kendinden emin şekilde söyledi.

“Yok hanımım. Gerek yok. Köyün girişinde Kazım amcanın oğlu Abdo ile karşılaştım. O haber verecek. Bende evde kalan varsa, haber edeyim diye eve geldim.” Çoban durumu anlatabildiği için rahatlamıştı.

“Allah’a şükür sana bişey olmamış oğlum” dedi Habibe hanım. Çoban uzunca hanımına baktı. Beş bin koyunun yaylada kurtlarla yalnız kalması sanki onu endişelendirmemiş gibiydi. Bu kadın tam hanımağa gibiydi. “Sen biraz dinlen. Fazıl ağa gelince ne yapacağını söyler”

Tam o sırada bir at dört nala koşturarak eve geldi. Yaşını yeni almış atın üstünde zayıf ve genç bir çocuk vardı. “Beni Fazıl amca yolladı. Sürü nerde diye soruyor” dedi. Her halinden belliydi. Kısa kesip yaylaya doğru giden diğerlerine katılacaktı.

“İkizlerin orda.” dedi çoban. “Derenin üst…” lafını bitirmeden genç atlı fişek gibi atı sürmeye başladı. O sıra Habibe hanım çobana döndü, “Sende biraz dinlen” dedi. “Senemi de al” ahırdaki yaşlı emektar atı kastederek, “Recep’in atını bırak oradan Fazıl’ın yanına geçersin.”

***

Silahlanmış on beş atlı, iki saatlik yolu neredeyse bir saatte kat ettiler. İkiz kayaların oraya vardıklarında, yeşil çayıra dağılmış yüzden fazla koyun leşini gördüler. Hayvanların tümünün telef olma ihtimali bi anda herkesin düşüncelerinde daha da yer etti. Kurt sürüsünün kalabalık olduğu apaçık ortadaydı. Fazıl ağanın gözleri guro’yu aradı. Köpekler sürüyü korumuş olmalıydılar. Üç dört kişi atından indi ve yerde can çekişen koyunları boyunlarına attıkları tek bıçak darbesiyle kesmeye başladılar. Bazı koyunlar hala sağdı, ne kurtarabilirlerse zayiatı azaltacaktı. Kalanlar koyun sürüsünün izini takip etmeye başladılar. Koyun leşleri çayırın solunda kalan, kuzeyden taraf olan tepe misali tümseğe doğru gidiyordu. Fazıl ağa dört kişiye kanatlara doğru gitmesini işaret etti. Korkup rastgele etrafa kaçışmış koyunlar olabilirdi. Koyunların çoğu ilk saldırıya uğradıkları yerde telef olmuş gibiydi ama etrafa gelişi güzel dağıldıkları belliydi. Diğerleri Fazıl ağayı takip ettiler. Leşlerin bittiği tümseğin üstüne vardıklarında durumun çok daha kötü olduğunu anladılar. Koyun leşleri, kırık kayanın gibine kadar, sürünün gittiği yol boyunca ilerliyordu. Üç yüz metre boyunca ilerlediler ve neredeyse seksen tane daha koyun leşi buldular. Bundan sonrası için herkesin umudu bitmişti. Çünkü sonrasında uçurum koyunlar için büyük tehlikeydi. Eğer kurtlardan kaçarken bu yola girdilerse tüm sürü uçurumdan aşağı düşmüş olabilirdi. Fazıl ağanın aklına ise köpekleri geldi. Onlara çok güveniyordu. Guro sürünün lideriydi ve bu zamana kadar tüm köpekleri idare edip sürüyü hep korumuştu.

Kırık kayanın dibinden geçerken uçurumdan aşığa baka baka ilerlediler. Ama sürüden iz yoktu. Bu iyi haberdi. Demek ki sürü buradan geçebilmişti. Kayalığın arkasındaki geniş alana doğru gelmeden birkaç koyun leşiyle daha karşılaştılar. Ve guronun ölüsünü gördüler. O sıra Fazıl ağanın gözleri doldu. Emektar köpeğini öyle görmek onun yüreğine bir ağırlık çökertti. Sadece koyunlarını değil, evini, kadınını, kızını ona emanet etmişti. Guro evin önündeyken içi hep rahattı. Bilirdi ki evdekiler güvende. Attan indi. Guronun her yeri kandı. Diş izleri ile doluydu. Köpeğin başında diz çöktü. “Güle güle kızım” dedi. Emektar köpeğe veda etmek çok zoruna gidiyordu. O sıra guronun gözleri açıldı. Sanki öleceğini biliyormuş gibi, son takatiyle gözlerini sahibine dikti. Fazıl ağaya veda ağır geliyordu ama guro huzur içinde gitmeye hazır gibiydi. Guronun kana bulanmış yüzünden bir göz yaşı damlası indi. Fazıl ağanın gözleri doldu. Sırtındaki tüfeği aline aldı. Tek bir silah sesi yankılandı dağlarda. Belki merhametti o kurşun ama o tetiğe basmak, düşmemek için direnen göz yaşını akıttı. Fazıl ağanın dikkatti, İdris’in oğlu Yakup’un ona seslenmesiyle yeniden koyunlardaydı.

“Fazıl amca kurt ölüsü var.” dedi. Fazıl ağa guroya son bir bakış atıp Yakup’a doğru gitti. Koyun, kurt köpek ölüleri iç içeydi. Sürü bu yöne doğru gelirken, köpekler kurtlarla sürünün içinde boğuşmuşlardı. Altı tane kurt ölüsü saydılar. O an Yakup yine seslendi. “Burada da köpek var.” Beyaz oldukları için başta fark edilmemişlerdi ama üç köpek ölüsü de otuza yakın koyun ölüsü içindeydi. Zerei, dolei ve gaço. Fazıl ağa köpeklerin parçalanmış derilerine görünce anladı ki kurt sürü düşündüğünden de büyüktü. Yedi köpeğin dördü koyunlarla beraber telef olmuştu. Kalan üç köpek sürüyü korumaya yetmezdi.

“Buradalar” diye biri seslendi, sağlarında kalan tepenin üstünde. Tüm atlılar o yöne doğru sürdü. Üç kurt ölüsünün yanından geçip o tepeye gittiler. Koyunlar görüş alanına girince hepsinin içi rahatladı. Şuana kadar yolda gördükleri dışında zayiat yok gibiydi. Dört bin yedi yüzden daha çok koyun vardı önlerinde. Üç köpek koyunları kayalıkların dibindeki bir boşluğa sıkıştırmışlardı. Belek, çexrê, zerei sürekli dolanıp koyunların dağılmasını engelliyordu. Belek hariç diğer köpekler ağır yaralıydı ve zor yürüyebiliyorlardı. Belek ise, biraz yaralı olsa bile, sürekli sağa sola aynı yolu izleyerek koşuyordu. Köpekler koyunları koruyabilmişti.

“Şu tarafa bakın” dedi Remzi ilerdeki leşleri göstererek. Koyun değil gibiydiler. Fazıl ağayla iki kişi atlara atlayıp o yöne doğru gittiler. Ondan fazla kurt ölüsü vardı. Yaralı kurtlar kaçamamış oldukları yere yığılmışlardı.

“Fazıl amca takip edelim mi?” dedi Yakup.

“Hayır evlat. Karanlık çökmeden koyunları aşağıdaki çayıra indirmemiz lazım. Zaten bundan sonrası için yapabileceğimiz bi şey yok. Giden gitti.”

Hava kararmaya yakın koyunlar olması gereken çayıra kadar getirilmişti. Beş kişinin sürünün başında kalmasına karar verdiler. Yarın çoban gelene kadar bekleyeceklerdi. Sabah ilk ışıklarda çoban gelince geri döneceklerdi. Fazıl ağa onunla beraber gelenlere, emekleri karşılığı telef olmaktan son anda kutulan koyunları vermeyi teklif etti. Buda neredeyse yetmiş koyun demekti. Üç koyun ise atını veren Recep için ayrıldı. Sonrası için yapılacaklar söylendikten sonra köye geri indirler.

Ertesi gün veteriner ve yeni işe alınan iki çobanla beraber yeniden yukarı gidildi. Çünkü köpekler yoktu ve o koyunlar bir kişiyle idare edilmezdi. Kesilen koyunlar beş at arabasına yüklendi, köye getirip dağıtıldı. Belek, çexrê, zerei de iyileşmeleri için köye indirildi. Bu beklenmedik olay işleri aksatmadan hızla halledildiği için Fazıl ağa rahatlamıştı. Büyük bir kurt sürüsünün saldırı ağır bir zayiatla atlatılmıştı.

***

Habibe hanım köpeklere haşladığı kemiklerle beraber ıslattığı ekmeği yaralı köpeklere verirken hüzünlenmiş, ağlar gibi olmuştu. Fazıl ağa bunu fark edince yanına yanaştı. “Ne oldu hanım. Neden ağlarsın ki. Bence şükür etmemiz gerek. Koyunlar o uçurumdan düşseydi hepsi telef olabilirdi. Köpekler olmasaydı tabi.” dedi ve gülümsedi. “üç tanesi iyileşiyor, inşaAllah onları da sürünün başına geri yollarız. Guro için ağlıyorsan ağlama. O yediğinin hakkını veren bir köpekti.”

“Guro, beraz, zerei fark etmez hepsi aklıma geldikçe üzülüyorum. Onlar olmasaydı belki de o kadar koyun telef olacaktı”

“Beraz mı?” dedi Fazıl Ağa şaşırarak. “O evde değil miydi?”

“O günün sabahı, şafak vakti namazdan sonra sen gidince oda senin ardından bi anda fırladı gitti. Ne kadar seslendiysem dönüp bakmadı bile” Habibe hanım bunları derken köpeğiyle gurur duyar gibiydi. Yaşlı yüzüne bir tebessüm geldi. “Beraz çok akıllıydı. Demek ki anlamış o da yaylaya gitmiş.”

“Atın eğerini söktünüz mü?” dedi Fazıl ağa.

“Ne?” Habibe hanım şaşkın şekilde kocasına baktı. “Yok ahırın bahçesinde. Akşam Resul’lere gidiceksin diye eğeri sökmeyin dedim”

****

    Fazıl ağa yine aynı yolu dört nala kat etmeye başladı. Ne kadar olduğunu kestiremese bile dün ki gidişinden daha hızlı olduğu kesindi. Karanlık çökmüştü lakin dolunayın olması geceyi ayaydınlık yapıyordu. Yaylanın en düz çayırına geldiğinde sürüyü gördü. Usulca otluyorlardı, sanki dün saldırıya uğrayan onlar değilmiş gibi. İyice yaklaşınca elinde silahla hazır bekleyen çobanı gördü.

“Hoş geldin Fazıl amca” dedi çoban şaşırarak. “Eğer sürüyü görmeye geldiysen, için rahat olsun. Dört bir yandan etrafı sardık.” Sürünün etrafında tepelerde duran diğer çobanları işaret ederek. Kırık kayanın oradan ise kırmızı bir ışık yükseliyordu. Çoban Fazıl ağanın o yöne baktığını görünce devam etti. “Tüm leşleri topladılar. Hepsini içini temizleyip sırayla yaktılar. Sakatatı uçurumdan aşağı attılar. Yoksa leşler hastalık yapar, otu suyu zehirlerdi.”

“Tamam Şeyhmus. Temizlemekle iyi yapmışlar. Sakatat varken yaksan bile yine geriye leş kalırdı.” Dedi ve etrafa bakındı. Çoban Fazıl ağanın birilerini aradığını düşününce.

“Gittiler Fazıl amca.” dedi.

“Kimler?” Fazıl ağa bi an duraksadı.

“Leşleri yakanlar” dedi çoban.

“Yok ben yönü bulmaya çalıştım.” dedi ve ekledi “Leşlerin içinde siyah bir köpek gördün mü? Kahve rengi lekeleri vardı. Alnından kuyruk bitimine kadar sırtında düz beyaz bir nişan vardı.”

“Yok fazıl amca. Beyaz nişanı hatırlamıyorum ama dediğin renkte kurt vardı. Hatta can çekişiyordu, kafasına sıkıp karnını yardılar. Koyunlar gibi ip bağlayıp uçurumdan sarkıttılar. İçi boşalınca ateşe attılar. Köpek miydi hatırlamıyorum…” Şeyhmus devam edecek gibiydi lakin Fazıl ağa lafa girdi.

“Ellerinize sağlık Şeyhmus. Etrafı temizlemek lazımdı sizde iyi iş çıkarmışsınız” dedi. “Hadi kolay gelsin.” Aklındaki sorularla kırık kayanın ardında yanan ateşe doğru gitti.

Uzun uzun ateşi izledi. Berazın yaralı halde kurtula bilme ihtimali geldi aklına. Üzüldü yeniden. Telef olan koyuna çok üzülmemişti, yeri dolduruldu koyunun ama kaybettiği köpekler çok değerliydi. Şuan beş bin koyundan iki yüz tanesi tek kaybettiyse bu o köpekler sayesindeydi. Anlamsızca arkasına baktı. İdris’in oğlu Yakup’un kurt leşlerini gösterdiği yere baktı. Belki orayı dolansa berazı kurtarabilirdi. Atını oraya doğru sürdü. Tepenin üstüne gelince oradaki tüm leşlerin toplandığını gördü. Zaten Şeyhmus söylemişti. Ne görmeyi ummuştu ki. Geri dönme vaktiydi. Atını geri döndürğü vakit içine sinmeyen bişeyler hissetti. Yine de o yöne gidesi vardı. Ne kaybederim ki, diye düşündü ve atını yavaş yavaş dik geçide doğru sürdü.

****

O kurt leşini görünce her şeyin bitmediğini anladı. Bi köpek kurtları takip edip boğuşmaya devam etmişti ve bu berazdan başkası olamazdı. Fazıl ağa kurtların kaçabileceği tek yola, dik geçide doğru sürdü.

Tam on iki kurt leşi buldu yolda. Bu imkansızdı. Beraz gibi iri bir köpek de olsa bu kadar kurtla boğuşamazdı, ki daha yaşını yeni doldurmuştu.  Durmadı ve devam etti ve sonunda gördüklerine inanamadı. Beraz oradaydı. Bir kayanın dibine çökmüştü. Hareketsiz gibiydi ama başı yukardaydı. Ölmüş olamazdı. Yaralı olsa bile hareket etmesi lazımdı. İyice yaklaştığında kayanın altındaki boşluğa pür dikkat baktığını gördü. Kayanın altında derin bir oyuk vardı. Fazıl ağa diz çöküp alttaki oyuğa baktı ve gözleri parlayan kurdu gördü. Korkmuş ve en dibe sinmişti. Beraz iri olduğu için o boşluğa girememişti. Ve onun çıkmasını bekliyordu.

Fazıl ağa atının yanına gitti eğere bağlı olan kırma saçmasını aldı ve dağlarda tek el bir silahın patlama sesi yankılandı. Fazıl ağa köpeğinin hayatta olmasının verdiği mutlulukla, beraz efsaneye dönüşecek hikayesiyle sabah ışıklarıyla köye geri döndüler.

****

Bu yaşanmış gerçek bir olaydı. Beraz o civarda koca kurt sürüsüyle tek başına boğuşmuş bir efsane olarak dilden dile duyuldu. Neredeyse bir insanın göğüs kafesine kadar gelen büyük cüssesiyle görenleri kendine hayran bırakıyordu. Üç yaşındayken bir sabah evin önünde ölü bulundu. Zehirlenmiş olması imkansızdı çünkü Habibe hanımın verdikleri dışında asla birinin verdiğini yemezdi. Önüne ister pişmiş et atılsın ister kanlı et, aç olsa bile alıp yemezdi. O yüzden çoğu kişi, birinin habersizce yaklaşıp sırtındaki kemiğe vurduğunu düşünüyordu. Çünkü beraz sadece evin bahçesine girenlere saldırıyordu. Köyün içinde gezerken yoldan geçenlere havlamazdı bile. O bölgesini ve sürüsü korur onun dışında kimseye zarar vermezdi. Bazen tehlike sezdiğinde yaylaya çıkar, dolanır ve eve geri dönerdi. Böyle bir köpeğin durduk yere ölmesi normal değildi. Herkesin emin olduğu tek şey vardı, Fazıl ağanın düşmanları böyle bir köpeği çekemediğiydi ve öldürdüğüydü.    

 

 


Yorumlar