Devletin oluşum nedenleri çok çeşitlidir ama en belirgin nedeni insanın doğasında var olan ve bitmek bilmeyen egodan kaynaklı oluşan iktidar hırsıdır. Bu hırsa bürünen kimi kurnaz insanlar değişen insan emeğinin ürünlerini gasp ederek kendi çıkarlarına dayalı sınıfsal tabakalaşmayı esas alan, bir devlet modeli geliştirmişlerdir buna karşı olarak da varlığını koruyup sürdürmeye devam eden doğal toplum modeli vardır.
Doğal toplum yaklaşık olarak M.Ö. 12.000 yıllarında ortaya çıkmaya başlayan hiyerarşik topluma kadar devam eden süreçtir doğal toplumu iki temel döneme ayırmak mümkündür ilki taş aletlerin kullanıldığı insanların avcılıkla geçindiği paleotik dönemdir, ikincisi ise tarımcılığın başladığı ve toplulukların yerleşik hayata geçmeye başladığı neolotik dönemdir. Neolotik çağ tarımın ve inancın ortaya çıktığı dönemdir bununla birlikte devletleşme ilk olarak neolotik çağın Mezopotamya’sında bir zümrenin çıkarları uğruna insan emeğinin üzerinde kurduğu hakimiyet şeklinde ortaya çıkmıştır neolotik çağ Mezopotamya’sında tarıma dayalı kalıcı yerleşim yerleri kentleşmeyi ortaya çıkardı buna paralel olarak toplumsal örgütlenişin, tarımsal tekniğin ve nüfus yapısının birbirlerine sistemli bir şekilde bağlı olduğunu ve beraber geliştiğini görürüz bu toplumsal gelişmenin en güzel özelliği topluluk halinde yaşamanın üstülüğünün kavranmasıdır, bu üstünlüğün kavranmasıyla gelişen olaylar toplumların bu gününü dahi etkiler durumdadır. Neolotik çağ bir tarım devrimine dayanır bitkilerin bulundukları yerde çürümeleriyle gübrelenerek yeniden yeşermesi tarımı geliştirecek olaylar silsilesinin başlangıcıdır, bununla beraber verimli hilal dediğimiz Mezopotamya’da iklim koşullarının elverişli olması ve bol suyun bulunması nüfusun artmasında etkili olmuştur, artan nüfusla birlikte neolotik çağın kaos döneminden faydalanan bir kurnaz kesim çıkan artı ürün üzerinde tahakküm kurarak ataerkil zihniyetli bir devlet modeli geliştirmiştir. Devlet öncesi toplumlarda üreticilerin üretim ilişkisi ve şekli ile ilgili kararları bir başka tabakanın aracılığı olmadan doğrudan aldıkları görülür, devlet sonrası toplumlarda ise üretim ilişkisi ve şekli ilgili kararlar devlet tarafından alındı bu sebepten ötürü ise üretim ilişkisi ve şekli devletin ana unsurunu oluşturdu. Bu durum toplumun bir iç çelişki yaşamasına ya da dışarıdan bir saldırı almasına kadar devam etti. Mezopotamya’da Tal Halaf ve Al Ubaid kültürlerinin etkisiyle oluşan kent devletleri Sumerlerde rahip sınıfının etkisi altında Ur, Uruk, Lagash gibi kentleri oluşturdu, buralardan geçip topluluklar üzerinde tahakkümünü oluşturan rahip sınıfının çıkarlarını koruyan sistem M.Ö. 3. Binyılda Akad kralı Sargon döneminde imparatorluk düzeyine ulaştı. Devletli toplumun ezilme ve sömürülme durumu tek bir merkezden yönetilmeye başlandı, topluma karşı yürütülen bu strateji, bir zümrenin kendi çıkarlarını koruma kaygısından gelmektedir. Öte yandan doğal toplum tarih boyunca stratejik çıkarlar etrafında ezme ve sömürme politikalarını uygulayan devlet modeline karşı kesintisiz bir mücadele içinde olmuştur bu şekilde gelişen bu dönemlerden sonra Mezopotamya uygarlığı Anadolu ve Akdeniz üzerinden kendisine geniş bir yayılma alanı bulmuştur. Toplumların en temel ihtiyaçlarından olan beslenme ihtiyacını karşılayan tarım ürünlerine ve araçlarına dayalı ideolojileridir. Toplumları besleyen ve sürekli hale getiren neolotik köy devrimi ile gelişen toplum yapısıdır, şüphesiz neolotik çağın hakim gücü kadına değinmemek yanlış olacaktır, tarım ağırlıklı olarak kadın buluşudur doğa ile iç içe olan kadının tarım devrimine öncülük etmesi tesadüfi değildir ama devletleşmeden sonra oluşan fiziki güce dayalı ataerkil anlayış kadını toplumda statüsel olarak geri plana itmiştir. Erkekler fiziki güçlerinden ötürü avcılıkla uğraşırken kadın ise doğada otları ve bitkileri toplamaktadır bu durum kadına doğayı tanıma noktasında avantaj sağlamıştır, kadının otları ve bitkileri toplaması tarımcılık yapması için gereken tecrübeyi kazanmasını sağlamıştır unutmamak gerekir ki neolotik çağın tarım devriminin başat gücü kadın olduğundan onun doğurganlığıyla toprağın doğurganlığı arasında kurulan bağ kadını kutsallaştırmıştır, bu kutsallıktan güç alan Ninhursag, İnanna ve Tiamat gibi tanrıçalar neolotik çağın en güçlü sembolleridir. Kadının statüsel olarak geri plana atılması tanrılar topluluğunda tanrıçanın giderek yerini ve önemini kaybetmesi biçiminde görülmektedir, bunun bir adım sonrası olan tek tanrılı dinlerin çoğunda kadına kölelik dayatılmış durumdadır ve buda gösteriyor ki tanrı otoriteleri aslında devletleşmeyle yükselen, ataerkil zihniyetli krallık hanedanlarıdır ama bunu anaerkil zihniyetli topluma doğrudan söylemeleri veya açıktan sunmaları inandırıcılığını sağlayamayacağı gibi kurulup sürdürülmesini de mümkün kılmayacaktır. Ataerkil zihniyetli ve belli bir kesimin çıkarlarını koruyan devlet modelinde mitoloji ve tanrı bilimlerinin ana amacı toplumu tabakalara ayırıp insanların bu duruma doğanın bir düzeni diye inanmalarını sağlamaktır, öyle bir inanç sistemi oluşturulmalı ki toplum buna itiraz etmesin, bir kesimin çıkarlarına dayanak oluşturan bu sistem böyle güçlü bir inanç düzeni olmadan yürütülemez. Mezopotamya mitolojisinin ana unsuru ‘’köleleştirilen’’ insanı ikna etme gücünde yatar Sumer rahip sınıfının yarattığı bu ideolojik sistem o kadar güçlüdür ki tüm uygarlık çağlarını geçip günümüze kadar ulaşmada en büyük payın sahibidir, Sumer rahip sınıfı çıkarlarına uygun ideolojileri oluşturdukları sınıflı topluma benimsetmeden devleti yönetemeyeceklerinin bilincindedirler bu sebepten ötürü yarattıkları sistemde tanrılar ile insanlar iç içedir. Sumer rahiplerinin devleti oluşturmadaki hem çok kurnazca hem de ustaca ideolojik buluşları toplumun zihniyet yapısını oluşturup, bu zihniyet yapısında devlete göksel düzenin yerdeki şekillenmesi olarak bakılmıştır. Mitler ve tanrılar kuşkusuz zaman içerisinde Sumer rahip sınıfının çıkarlarına göre siyasal koşullarda değişimler gösterdi. Mitler dogmalar ritüeller ve inançlar toplumsal sistemi güce başvurularak dünyevi yaptırımın sağlayacağı korkudan ötürü insana boyun eğmeden ziyade bir benimseme sunan mistik değerlerin kökeni, Mezopotamya insanına aittir işaretleri ve meyvesi Mezopotamya insanında olduğuna göre Mezopotamya teolojisi olmadan ne tek tanrılı dinler ne Hint ne Grek-Roma mitolojileri ve dinleri mevcut biçimde ortaya çıkabilirlerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder