Sözlükte esir, köle anlamına gelen kul Osmanlı döneminde özellikle Fatih Sultan Mehmed’den itibaren tebaa manasında kullanılmış, bu arada kapı kulu, kul kethüdası, kul kardeşi, kuloğlu, gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bunlar, devlete bağlılık yemini etmiş reaya denilen özgür Hıristiyan ailelerin çocukları olup kendileri için devşirildikleri yerlerden giderlerine karşılık olarak kul akçesi adıyla bir miktar para alınırdı. Buradaki kul terimi, bunların devletin hizmetine girmeleri ve padişaha bağlı hassa askeri olmalarıyla ilgilidir. Genellikle askeri hizmette bulunma karşılığı olan bu kavram bazen vezirler için de kullanılmıştır. Osmanlılarda köle emeğine dayalı uzun süreli bir üretim tarzı söz konusu olduğu için, azad edilmedikçe savaş esirlerinin bir müddet ortakçı kul olarak çalıştırılması sadece belirli bir bölgeye has bir uygulama olmuştur.
Eski Arap-İslam devletlerinde saray, ordu ve idare hizmetlerinde çalıştırılan Gulamlar Türk İslam devletlerinde de varlığını sürdürmüştür. Saltanatın korunması amacıyla hassa ordusu oluşturma geleneği İslam devletlerinde vazgeçilmez bir uygulamaydı. Nitekim Osmanlı Devletinin Kapıkulu ocakları da bu geleneğin devamından başka bir şey değildir. Osmanlı devletinde Gulamlar kul terimiyle ifade edilmiştir. Osmanlılarda devlet hizmetlerinde Türk asıllı olmayan grupların bulundurulması Osman Bey dönemine kadar iner. 1300’lü yılların başında 500 kişilik bir alan savaşçı grubunun Osman Bey’in yanında yer aldığı bilinmektedir. Savaş esirlerinden askeri amaçlı olarak faydalanılmaya başlanması hakkında ilk bilgilere Orhan Bey döneminde rastlanır. 1. Murad zamanında teşkilatlanan Yeniçeri Ocağının temeli, çıkarılan pençik kanunu gereğince savaş esirlerine dayandırıldı ve bundan sonra kul asıllılar devlet idaresinde giderek ağırlık kazandı. Özellikle devşirme kanunu gereğince Osmanlı tebaası Hıristiyan çocuklarından bazılarının askeri hizmet ve öteki devlet hizmetleri için toplanmaya başlanmasından sonra başta sadrazamlık olmak üzere yüksek dereceli devlet kadrolarına kul asıllı kimseler getirildi. Yıldırım Bayezid merkezi idareyi tesis ederken bu gruplardan faydalandı. 1402 Timur darbesinin ardından başlayan fetret döneminde etkileri daha da arttı. Çelebi Mehmed, parçalanan devleti toparlamaya çalışırken yine kul asıllı devlet adamları ve askerlerden yararlandı. Devletin ilmiye dışında hemen her kademesinde kul kökenli kişilerin bulunmasının yaygınlık kazanması 2. Murad zamanında oldu. Onun döneminde kurulduğu bilinen saray okulunda iç oğlanı adıyla eğitilen kullar, uzun süren saray hizmetlerinden sonra dış görevlere de çıkmaya başladılar. Kul sistemindeki kurumsallaşma 2. Murad zamanında başladı Fatih Sultan Mehmed döneminde iyice yerleşti. 2. Murad devrinde uç beyleri ile merkez arasında başlayan huzursuzluklara merkezdeki idareci ve askeri zümreler arasındaki nüfuz mücadelesi de eklenmiş, 2. Murad 1444 yılında oğlu lehine tahttan feragat etmişti. Kul aslından olan paşaların daha sonra Fatih unvanını alacak olan sultan 2. Mehmedi, Çandarlı Halil Paşanın nüfuzundan kurtarma, Halil Paşa ve taraftarlarının ise 2. Muradı tekrar tahta geçirme çabaları devletin üst kademelerinde ciddi problemlere yol açtı. 2. Mehmed, ikinci kez tahta çıktığında Çandarlı Halil Paşayı iktidardan uzaklaştırma konusunda acele etmedi. Ancak Divan-ı Hümayun üyeliklerine Şehabeddin ve Zağanos paşalar gibi kendi adamlarını getirerek onun gücünü sınırlandırmaya çalıştı. Çandarlı Halil paşanın has adamlarından olan Yeniçeri Ağası görevinden alındı. Yeniçeri Ocağı yeni bir düzenlemeye tabi tutuldu. O zamana kadar doğrudan saraya bağlı olan sekbanlar, ocağa dahil edildi ve bundan böyle yeniçeri ağalıklarına sekbanbaşılar getirilmeye başlandı. Böylece 2. Mehmed, Çandarlının nüfuzunu kırma yolunda ilk adımı attı. İstanbul’un fethinden sonra otoritesini sağlamlaştıran Fatih, Çandarlı Halil paşa ve ekibini idam etti. Ardından merkezi bir imparatorluk kurma yolunda kul asıllı vezir ve idarecileri ön plana çıkardı. Çandarlıdan sonra kendisinin mutlak vekilliğini üstlenen veziriazamlık makamına, Karamani Mehmed Paşa hariç hep devşirme sistemine dayalı kul aslından kişileri getirmeye özen gösterdi. Bu arada devlet idaresinde bulunan eski köklü ailelerin nüfuzunu kırdı ve kendisine mutlak itaatkar kimseleri yüksek dereceli görevlere getirdi. Veziriazamları kendisinin mutlak vekili yapan Fatih, yüksek rütbeli ulema tayinlerini bile kazaskerlerden alarak veziriazamlara bağlamıştır. Hatta devletin güçlü ordusuna sahip Rumeli beylerbeyliğini 1456-1468 yılları arasında Veziriazam Mahmud paşanın kontrolüne bırakılmıştır. Fatih doğrudan şahsına bağlı kapıkulu ordusunu da yeniden nizama soktu. Öte yandan sınır boylarında Mihaloğulları, Turhanoğulları, Evrenosoğulları ve Malkoçoğulları gibi çok defa herhangi bir otoriteye bağlı olmaksızın kendi başlarına hareket edebilen akıncı beylerini merkezi sisteme bağladı, bunların nüfuzlarını kul asıllı beylerbeyleri aracılığıyla kırdı beylerbeyliği ve sancak beyliği görevlerini kul asıllı kimselere verdi. Fatih devrinde devlet idaresinde hemen her alanda kul olanlar üstün duruma geldi eyaletlere de bunların gönderilmesine özen gösterildi. Böylece mutlak ve merkeziyetçi idarenin tesisi için devşirme sisteminden yararlanılmış ve bu uygulama 16. yüzyılda en olgun dönemine ulaşmıştır. Fatih’in fethettiği yerlerdeki eski hanedanlara mensup kişileri etkisiz hale getirmesi de aynı amaca yöneliktir. Kul asıllı devlet adamlarının yetiştiği müessese Enderun Mektebi idi. Kul sistemi daha sonraki dönemlerde iyice yerleşti fakat bu arada başta Karamani Mehmed Paşa olmak üzere Çandarlı İbrahim Paşa ve Piri Mehmed Paşa gibi birkaç Türk asıllı devlet adamı da padişahın mutlak vekili oldu. Sistem küçük bazı olumsuzluklar dışında başarıyla uygulandı. Ancak devşirme işinin bozulması ve buna bağlı olarak Enderun’a istenen kapasitede aday alınamaması gibi gelişmeler sistemi kötü yönde etkiledi.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Piri Mehmed Paşadan sonra Has Odabaşılıktan Veziriazam yapılan Makbul İbrahim Paşanın ardından iyice yerleşen kul sistemi varlığını bir süre daha başarıyla sürdürdü. 1584-1587 yılları arasında İstanbul’da bulunan Venedik elçisi Lorenzo Bernardo ülkesinin senatosuna sunduğu raporunda, ‘’Sadece devlet idaresinin değil koca imparatorluğun ordularına kumanda yetkisinin de ellerine verildiği kişiler ne dük ne marki ne de konttur. Hepsi çobanlıktan gelme sıradan insanlardır. Bu sebeple biz Venediklilerin de padişahın yaptığını yapmamızda isabet vardır. Padişah bu adamlardan en iyi kaptanları, sancak beylerini, beylerbeyini yetiştirerek onlara şan ve itibar kazandırmıştır.’’ Derken devşirme ve buna bağlı olarak kul sisteminin durumuna işaret etmektedir. Osmanlı padişahlarını, özellikle de Fatih’i bu yola sevk eden başlıca etken, merkeziyetçi hükümranlığını güçlendirmek ve buna bağlı olarak devletin ömrünü uzatmaktı. Hanedana dayalı Ortaçağ devletlerinde ülke birliğinin temeli ve bekası hanedana bağlıydı. Şehzade Mustafa’nın katli sırasında Osmanlı topraklarında bulunan Avusturya elçisi Ootgeer G. van Busbeke de aynı hususa temas eder Köklü aileler gibi bir temeli bulunmayan devşirme kul sistemi hükümdara daha çok bağlılık sağlıyordu. Çandarlı Halil paşanın bertaraf edilmesindeki sıkıntılar kul asıllı olan veziriazam, Gedik Ahmed paşa ve Makbul İbrahim paşanın idamlarında yaşanmamıştı. 15 ve 16. Yüzyıllardaki yayılma politikasında ve cihanşümul imparatorluğun tesisinde büyük katkısı olan kul sistemi 16. Yüzyılın sonlarında önemini yitirmeye başladı. Kul sistemi içine girmenin sağladığı vergi verme gibi yükümlülüklerden sıyrılma imkanı her kademede bunların sayılarının artması sonucunu doğurmuş, kısa süreli tayinler ise rüşvetin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra sefere çıkmayan padişahları örnek alan kul asıllı veziriazamlar konaklarında oturmayı tercih etmişlerdir. Aynı dönemde kapıkulu askerlerinin devlet için tehdit unsuru olmaları artmış, Veziriazam Lütfi Paşa da, ‘’Kul mazbut olmadıkça sadrazam istirahatte olmaz, kul taifesini çoğaltmamak gerektir’’, diyerek bu hususa işaret etmiştir. 16. yüzyılın sonlarından itibaren devşirme sisteminin önemini kaybetmesiyle kul sisteminin alanı genişletilerek devşirme ayırımı kaybolmuş ve bütün askeri sınıf padişahın mutlak yetkisi altına girmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder