Mınmınık

-“Bak mınminik” dedi Lavin heyecanla kıkırdayarak, iki minik eliyle gülüşünü gizliyordu.

-“Mınminik ne?” dedi Ayça. Merakla Lavin’e yaklaştı ve papatyanın üstüne konan kelebeği gördü. “Kelebek mi? Biliyom ben kelebeği. Biz kelebek diyoruz” dedi.

-“Çok tatlı demi?” dedi Lavin. Gözlerini kelebekten alamıyordu.

-“Evet. Bak kanatları ne kadar güzel. Renkli renkli.” dedi Ayça.

-“Ama elleme olur mu? Canı yoksa canı acır” dedi Lavin. Ve iki minik kız çocuğu papatyanın başına çömelip kelebeği izlediler.

-“Ayçaaa, Lavinnn. Hadi gelin, karpuz kestim.” Gümüş’ün sesi geldi mutfaktan. İki kız mutfak penceresine baktı. Karpuza karşı koyamazlardı. Beş yaşındaki hiç kimse karşı koyamazdı. Sonra birlerine baktılar. “Gidelim mi, yoksa kelebeği mi izleyelim, bakışıydı bu. Kelebeğin kanat çırpışını fark edince hızla kelebeğe döndüler. Yavaş yavaş uçup gidişini izlediler. “Hadi kızlar kime diyorum.” Ayça’nın annesi aceleciydi. İşi vardı galiba. O yüzden kızlar kelebeği kovalama düşüncesinden cayıp, dolu dolu karpuz doğranmış tabağı mutfağın penceresinden aldılar. Evcilik oynadıkları yere gittiler. Oyunlarına devam ederken, karpuzları afiyetle yediler. Bir saatin sonunda karınları şiş, oynamaktan yorulmuş halde yığılıp kaldılar.

-“Lavin, ben bi dahakine çocuk olmıyıcam. Anne olucam. Tamam mı?” diye sordu Ayça. Üzerini örten asma yaprakları altında sırt üstü uzanmıştı.

-“Tamam ama önceden çocuk oldum ben. Bu sefer teyze olucam. Sana misafirliğe gelicem tamam mı?” dedi Lavin ve şiş karnına daha fazla dayanamayıp o da Ayça gibi kendini saldı yere.

-“Tamam.” dedi Ayça.

-“Kekte getiririm.” dedi Lavin.

-“Tamam bende çay demlerim bide… Baba hoş geldin.” ” Ayça’nın lafı babasının gelişiyle yarım kaldı.

-“Hoşbulduk civcivlerim. Ayça annen nerde?”

-“İçerde baba.” dedi Ayça.

-“Hee amca, Gümüş teyze içerde” diye ekledi Lavin.

Babanın canı biraz sıkkın gibiydi. “Gülüm, elektrikler var mı?” diye seslendi karısına.

-“Hoş geldin. Yok sabah 10’dan beridir yok.”

-“Hoş bulduk gülüm. Biliyordum ben böyle yapacaklarını.” dedi baba.

-“Geçen yazda böyle yaptılar. İnşaAllah derin dondurucu çözülmeden gelir elektrikler.” Elektriklerin hala gelmediği aklına gelince Gümüş’ünde keyfi kaçtı.

Sinirli baba, eve geldiği için, artık sakin olması gerektiğini biliyordu ama tüm gün iş yapamadığı içinde, öfkesini bastıramıyordu.

-“Yemek hazır mı?” dedi baba.

-“O ne biçim sorma şekli. He yemek hazır beyefendileri”

-“Gülüm, kurban olayım yapma. Zaten tüm gün iş yapa…”

-“Hoş geldin abi” dedi Lavin’in annesi.

-“Hoş bulduk Zozan. Burada mıydın.” Baba biraz mahcup olmuş gibiydi.

-“Evet abi. Gümüş ablayla az işim vardı. Bitti zaten. Müsaadenizle biz gidelim”

-“Biraz daha otursaydın. Yemek oldu olacak da, sen ocakta çorbayı bıraktın demi” dedi Gümüş.

-“Evet abla. Samet abi geldiğine göre o da birazdan gelir” Zozan kocasını bahane ederek gitmek istedi. Aslında on dakika daha kalabilirdi ama rahatsızlık vermek istemedi. “Abi sıkma o güzel canını. Vardır bunda da bi hayır. Demek ki bugün nasibinizde iş yapmamak varmış” dedi Zozan ve gülümsedi.

-“Demi” dedi Gümüş Samet’e dönerek, sinirle her şey çözülmez der gibi baktı.

-“Yok bacım can sıkmak değilde, dünya işi işte, keyif kaçırıyor” Baba iki hanıma karşı kendini mahcup hissetti. Sanki tüm günün sıkıntısını onlara yansıtıyordu.

-“Lavin, hadi kızım biz gidelim.” dedi Zozan.

-“Lavin kalsa olmaz mı Zozan teyze” Ayça ağlar gibi oldu yine. İstemiyordu arkadaşının gitmesini.

-“Bekir akşam gelecek. İşimiz var. O zaman gelirler. Biz dönene kadarda Lavin ile oynarsınız” dedi Samet. Babası Ayça’ya çok daha güzel bişey vermişti. Gece bahçede oynamak çok daha eğlenceliydi.

-“Tamam” dedi Ayça sevinçle…

 *****

Zozan teyze, annesiyle biraz daha konuşup, Lavin ile az önce gittiler. Baba banyo yapmak için içeri geçmişti. Ayça tüm ev malzemelerini toplamaya başladı. Lavin gelmeden evi düzenlemeliydi. Bu sefer o anne, Lavin ise teyze olacaktı. Evcilik oynamayı çok seviyorlardı çünki.

-“Ayça karpuz yediniğiniz tabağını mutfağa bırakmayı unutma. Sinek yapar sonra” yine annesinin sesi geldi içerden.

-“Tamam anne”

Ayça, evini toparlamayı bırakmıştı ki, birden Lavin’in sesini duyar gibi oldu. Dönüp bahçe kapısına baktı ama Lavin gözükmedi. Yanlış mı duydu acaba. Lavin’in sesi gibiydi. Galiba Lavin onu aklına getirdi diye düşündü. Çünki öylemiş, biri seni düşünürse kulağın çınlarmış, çok sevdiğin biri düşünürse de sesini duyar gibi olurmuşsun. Zeynep nene söylemişti bunu ona. Ve son iş olarak annesinin dediğini yapıp karpuz tabağını içeri götürdü. Ayça bulaşık makinesini açıp karpuz tabağını yerleştirmeye çalıştı. Galiba becerebilmişti. Aklındaki her şey bitirince ayça salona geçti. Şarjdan tabletini çıkarıp limbo oynacaktı. Karnı hala şişti yediği karpuzdan. Oyun açılırken annesinin sesini duydu. Telaşla babasına seslendi. “Samet koş, bişey olmuş.” Ayça panikle doğruldu. Salonun kapısının önünden babasının geçişini gördü. Üstüne tişörtünü giyiyordu aceleyle. Anne babası kapı önünde konuşuyorlardı. Ne dedikleri anlaşılmıyordu ama Ayça biliyordu, o duymasın diye böyle yapıyorlar. Sonra bi anda babası çok hızlı koşarak pencerenin önünden geçti. Ardından annesi babasına yetişmek için ardından gitti. Ayça alışık değildi böyle bir şeye. Daha önce anne babası çok gizli gizli konuşurdu ama bu sefer farklıydı. İlk kez yaşamanın verdiği şaşkınlık gidince kanependen usulca indi. Terliklerini giyip bahçe kapısından çıktı. Dar mahalle yolunda sırtı dönük annesini gördü. Yavaşça yaklaştı. Yol biraz kıvrılıyordu. Sonra babasını gördü. Bi su birikintisinin başındaydı. Tam annesinin dibine girince su birikintisinin içinde yerde simsiyah bi şey vardı. Ama yanıyordu. Sanki sönüyormuş gibi duman çıkıyordu. O sıra babası onlara dönünce, annesine işaret etti. Annesi Ayça’yı fark ettiği gibi kucağına aldı, eliyle gözlerini kapadı. Annesi ağlıyordu. Titriyordu. Annesinin halleri Ayça’yı korkutmuştu. Anne kızını içeri götürüp adasına bıraktı.

-“Sakın buradan dışarı çıkma” dedi.

-“Anne ne oluyor. Neden çıkmayayım. Dışarıda ne oldu ki” dedi Ayça.

-“Sana çıkma dedim.” Anne’nin korkusu ve ağlaması çok ürkütücüydü. Gümüş hızla odadan dışarı çıktı ve kapıyı kilitledi.

 *****

O günü odada bitirdi Ayça. Annesi ağlamıyordu ama gözleri kızarmıştı. Gözyaşlarını silip Ayça’yı kontrole geldiği çok belliydi. Ayça anlıyordu, bi şey vardı ve onun bilmesini istemiyorlardı. Çünki tableti ayçaya verdiler ve ne bir saat kuralı koydular, ne de canavarlı oyun oynama dediler.

Gök yüzü iyice kararmıştı. Lavin nerde kaldı diye düşündü. Daha annesine ‘çay demle’ diyecekti. Odasından çıkınca evin kalabalık olduğunu anladı. Lavin geldi de acaba gizlice evcilik oyununu bahçede o mu kuracaktı. Küçük bacaklarıyla hızla koşup salonun kapısının önünde durdu. İçerde mahalledeki tüm amcalar, dedeler vardı.

-“Sana odandan çıkma demedim mi?” Gümüşün sesi mutfaktan yankılandı tüm eve. Ayça arkasındaki mutfak kapısına dönünce mutfakta da bütün komşu ablaları, teyzeleri gördü. O an fark etti ki birçok kişide bahçedeydi.

Annesi oturduğu sandalyeden kalmadan “Ayça odana dedim. Şimdi misafirler var hadi”

-“Tamam anne. Benle Lavin’e de çay bırak. Zozan teyze dün kek yapmış, Lavin getirecek. Ben anne o teyze olacak bu sefer” Ayça bunu dedikten sonra annesinin ‘tamam’ cevabını bekledi. Annesi evcilik oynarken onlara hiç hayır demezdi. Sadece tablet ve telefona hayır diyordu. Ama annesi cevap vermedi. Ayça fark etti ki evdeki herkes bi anda sustu. Kötü bi şey mi yaptım acaba diye düşündü. Acaba yine büyüklerin önemli işleri vardı ve Ayça oyun oynamayı isteyerek saygısızlık mı yaptı acaba. Mutfaktan Seher teyze Ayça’ya doğru geldi. Anlamıştı onu odasına götürecekti. Ama Ayça bunu istemedi, gideceğini belli etti.

-“Özür dilerim anne. Tamam odama gidicem. Lavin gelince odamda oynarız. Tamam mı?” Ayça biliyordu ki yine büyüklerin işine karışmıştı. Annesi ve kadınların cevap vermesini beklemeden dönüp odasına doğru yürüdü. O sıra salondan bi amcanın sesini duydu “Lan dediğim gibi işte. Şirket sahibinin oğlu bölgeden sorumluymuş” Ayça başını öne eğip üzgün üzgün odasına geçti.

Neredeyse öğlen olacaktı. ‘Acaba Lavin’ler gelecek mi?’ diye düşünmeden edemiyordu. Tabletteki oyunlarda sıkıcı olmaya başlamıştı. Bi anda yataktan fırladı. Tabi ya nasıl aklına gelmedi ki. O Lavin’in evine giderdi. Evdekilerde babasıyla beraber şirketini kurardı. Hep annesine diyordu zaten. ‘Bak bi gün şirketi kurucam, sende hanım olacaksın.’ Babası gidip şirketini kursun, o kadar insan bi şirket kuramadılar. Belki diğer şirket sahibinin oğluyla kurarlar. Ayça annesinin lafını hatırlayınca güldü. ‘Sen şirket kuracaksın da, bizde göreceğiz. Ölme eşeğim, ölme.’ Ayça çiçekli elbisesini giymek için dolabını açtı. Acaba Lavin’ler de mi oynasalar yoksa parka mı gitseler. Ayça bu düşüncelerle hazırlanmaya başladı. Beş yaşındaki becerilerinin izin verdiği ölçüde. Nasılsa annesi üstünü başını düzeltirdi.

*****

Ayça’yı Seher teyzenin kızı Aylin getirmişti parka ama telefonla köşede konuşuyordu. Küçük bedeni az önce duyduklarını kaldıramıyordu. Ayça parkta oturmuş ne yapacağını bilmeden bekliyordu. Avuçlarının içinde sıkı sıkıya tuttuğu kâğıt para vardı. Lavin gelince dondurma almak için. Artık biliyordu ki, Lavin asla gelmeyecekti. Gelemeyecekti.

 

Akşam üzeri ev biraz sakinleşmişti. Gümüş Ayça’nın yokluğunda tutamadığı yasını tutmuş, içinde biriken gözyaşlarını akıtmıştı. Mutfakta sigarasını içerken, Zozan ile olan anıları bir bir hatırladı. Kalbi bu kadar masum birinin sonu böyle olmamalıydı. Dışardan gelen seslerle irkildi. Sigarasını kül tablasında söndürdü. Mutfak kapısından çıkarken önünden hızla geçen kızını gördü.

-“Ayça, kızım neden erken döndün?”

-“Biliyorum anne, Lavin’le Zozan teyzede Allah’ın yanına gittiler.” Ayça’nın gözleri kızarmıştı ağlamaktan.

-“Hayır kızım, Zozan teyzenlerin ailesi onları affedmiş, barışmak için memleketlerine gittiler.”

-“Yalan söylemek günahtır anne. Biliyorum ben, yoldakiler onlardı” Ayça tek kelime bile edecek hali kendi de bulamadı. Annesinin yanından ayrılıp odasına geçti. Yatağa uzanıp, dizlerini karnına kadar çekti ve çaresizce ağlamaya başladı.

Gümüş kapıda duran Aylin’e baktı sinirlice. Zaten yaşananlar ağır, neden anlattın ki, der gibi.

-“Abla parktaki çocuklar anlattı galiba.” Dedi Aylin pişmanlıkla. Yardım etmek istemişti. Başını öne eğip bahçede oturanların yanına geçti.

 

O gün, o evde zor atlatılmıştı. Gümüş gece yarılanmışken kocasıyla oturup, konuşmaları gereken ama cesaret edemedikleri için erteledikleri konuları konuşuyorlardı. Evde olanları anlattı. Günün geri kalanını Ayça’yı teselli etmekle geçirmişti. Ayça yazın sıcağına rağmen battaniyenin altına girmiş, bir daha göremeyeceğini anladığı arkadaşı için ağlamıştı. Anne olarak ölümü anlatmak ne zordu onun için. Tek diyebildiği, Zozan ile Lavin’in melek olduğu ve Allah’ın yanına gittiğiydi. Kızının yanına uzandı ve ağlamaktan yorgun düşüp uyuyana kadar ona sarıldı.

-“Bi şey yedi mi?” diye sordu baba.

-“Elma yedirebildim uyandıktan sonra. Başta aklıma gelmedi ama Lavin elmaları çok sevdiği için o da kabul etti yemeyi. Ağlayarak yedi. Ne dediysem susturamadım. Kızamıyordum da ağlamaması için”

-“İyi ettin kızılır mı hiç. Küçük daha o, atlatır. Uyuyor mu hala?”

-“Elmaları yedikten sonra tablette video izledi ama aklı hep düşüncelerdeydi. Sonra uyuya kalmış.”

Samet ve Gümüş kızları için yapabilecekleri her şeyi konuştuklarından emin olduktan sonra yaşananların sebeplerini, sonuçlarını akıllarında soru kalmayacak şekilde konuşturlar. Emin olamadıkları tek konu Bekir’di. Karısı ve kızının kaybından sonra neler yapabileceği kestirilemiyordu. En büyük korkuları Bekir’in katil olmasıydı. Artık saatin geç olduğunun farkına varan anne ve baba uyumak için salondan kalktılar. Ama bildikleri bi şey vardı. Ayça tüm konuşmaları dinlemiş, anne ve babasının kalktıklarını anlayınca sessizce yatağına geçmişti. Gece baba denetlemesini atlatıp, anne ve babasının odalarına gittiğini anlayan Ayça doğrulup yatağında oturdu. Ve kimsenin aklına gelemeyecek düşüncelere daldı.

 

*****

-“Sameeett” diye bağırdı anne. Gümüş’ün sesi tüm evi inletti. “Ayçaaaa” Çığlıklar ardı adına yankılandı. Baba ilk duyduğunda ne olduğunu anlamadan yatağından doğruldu. Günlerdir az uykuyla kalmanın verdiği ağırlık ile olan biteni anlamaya çalıştı. “Saaaameeeeeettt.” Karısının çığlığın ile baba uyku sersemliğinin etkisiyle can havli ile karısının yanına koştu. Sormaya bile fırsat bulamadan annenin feryadı yankılandı.

-“Ayyçaaaaaaaaa” kocasını gören kadın kızının adını haykırdı.

Kızının oda kapısında yığılan karısının halini görün baba, kızına bir şey olduğu korkusuyla koşarak kızının odasına daldı. Yatak boştu. Nevresim yatağın ayak ucunda toplanmıştı. Kızı yoktu. Ayça’sı yoktu. Biriciği yoktu. Korkusu dehşete dönüştü. Bir iki saniye içinde her yeri darmadağın etti. Yatağın altı, dolaplar, çekmeceler. Ani şok geçiren babanın, adeta aklı gitmişti. Her yere baktı. Kızı yoktu. İlk aklına gelen ihtimal, belki Lavin’den dolayı, kızının odada öldüğünü görmekti ama kızının göremeyince kayıp olduğu düşüncesi hemen doldurdu yerini. Buralarda olmalıydı. Dönüp karısına baktı, sakinleştirmesi gerektiğini hissetti ama saniyelerle yarışıyor olabilirdi. Evi didik didik arama düşüncesiyle karısının yanında hızla geçip mutfağa daldı.

-“Yok” dedi anne ağlayarak. “Hiçbir yerde, yok yoook yoooookk” ağlaması feryada dönüşmüştü. “Bul kızımı Samet, bana kızımı getir. Bana ceylan gözlümü getir, kınalı kuzumu getir.” Annenin ağıda dönüşen ağlaması evi sararken, Baba, evi altüst etti. Kızının girebileceği en ufak yerleri bile kontrol etti. Yoktu. Kızı yoktu. Evin hiçbiri yerinde yoktu.

Gidip karısına sarıldı. Neden korktuğunu fark etmişti. Lavin’in ölümü karısının kendini kaybetmesinin tek nedeniydi. Ki babanın da aklına ilk bu gelmişti.

“Bulucam onu tamam mı? Korkma kızımıza bi şey olmadı.” dedi ve dışarıyı aramak için gitti.

         *****

         Baba aldığı kokunun, zihnindeki yankısıyla yolun ortasında donup kaldı. Küçükken hastalıktan ölen sığır sürünün haftalarca yaydığı leş kokusuyla aynıydı ama bu nerden geldiği bilmediği, burnun çok hafif aldığı kokuydu. Zihninin ona oynadığı oyundu bu. Karısının çığlıklarının etkisiyle girdiği şoktan çıkmış ve anlamadığı bir şekilde kızının iyi olduğunu hissediyordu. Evde değildi. Bahçede, sokakta değildi ama kızı iyiydi.

Zozan ile Lavin’ni izlerin olduğu yerdeydi. Sokak lambası kaldırımdaki silinmeye yüz tutmuş izleri belirginleştiriyordu. Lavin ve Zozan’ın sesi yankılandı kulaklarında. “Abi senden Allah bin kere razı olsun. Bana da Bekir’e de babalık ettin sahiplendin. Bizim kimsemiz yoktu, sen kimsemiz oldun” Zozan’ın o minnet dolu bakışları dün gibi aklındaydı. Yetimhanede büyümüş iki masum yüreğin mutluluğun sebebi olmak, onlarla aynı sofradan yemek yemek, sonradan öz kardeşe sahip olmak gibiydi. Sonra Lavin’in sesi geldi. İlk söylediği anda bile bu kadar duygulanmamıştı. Kızına dondurma sözü vardı ve evden giderken Ayça babasına hatırlattı. “Baba dondurmayı unutma” işte o sıra Lavin’de gözlerini kaçırarak, utangaç sesiyle “Banada alırmısın Samet amca” demişti.

-“Samet ne oldu?” dedi Adem. Karşı komşularıydı. Adem ile beraber birkaç kişi daha sokağa doğru geliyordu. Uykularından uyanan komşular meraklanmıştı. Samet kafasını kaldırınca evlerin ışıklarının bir bir yandığını fark etti. Adem bi an duraksadı, “Bu koku da ne?” dedi. Samet’le göz göze geldiler. Birkaç gün önce burada yaşananlar ikisinin de aklında geçti. Bu koku o zamandan kalmış olamazdı. Samet Adem’e kızını sormak istedi. ‘Ayça’yı gördün mü?’ diye soracakken karısı elinde telefonla hızla yanlarında geldi.

*****

-“Buraya kadar nasıl geldi bu kız?” diye yol boyunca söylendi Samet. “Bilmiyorum ama kızıma bişey olduysa yakarım onları” dedi Gümüş öfke ile. Belediye binasına gidene kadar geçen on beş dakika anne ve babanın aklında sorularla geçti. Araba belediye binasının önüne yaklaştıkça polis arabasının ve ambulansın renkli ışıkları yanıp yanıp sönüyordu. Anne de baba da şok içindeydiler. Beş yaşındaki kızları buraya nasıl gelmişti, telefonda dedikleri gibi etrafı nasıl yıkmış olabilirdi ve bu kadar polisin ne işi vardı.

-“Arabada bekle sen.” dedi Samet.

-“Kızımı görmed…” anne kızını kucağına almadan rahatlamayacaktı.

-“Arabada bekle kadın.” dedi baba hiddetle. Arabadan indi, kucağından kurtulmak için çırpınan kızını kucağında tutan polise doğru gitti. Tek kelime etmeden kızını kucağına aldı. Babasının kucağında Ayça kendini güvende hissedince daha da bağırmaya başladı. “Biliyorum baba onlar yaptı. Lavin’i de Zozan ablayıda onlar öldürdü.”

-“Al kızını git Samet. Tutanak falan tutmayacağım. Başınız belaya girmeden gidin buradan.”

-“Siktir lan, göt. Sorulacak sorulara, verilecek cevaplar başını ağrıtacak. Yoksa örtbas edemezsin demi” dedi baba, yıllardır tanıdığı polise iğrendiğini apaçık belli eden bir bakış atarak. Polis sinirle tam söze girecekken Ayça’nın sözleri oradaki herkesin zihninde yıllarca yankılanacak şekilde kazındı. Ve hiç hepsi sustu.

-“Hepinizi Allah’a söyliyicem. Herkes ona dönecek ya, o zaman sizi şikâyet edicem” Ayça bunu söylerken polisler olduğu yerde durup giden babayla kızını izledi. Baba ise kucağında kızı arabaya giderken, alt kattaki tüm camları kırık belediye binasına bakıyordu. Bahçede bankta oturmuş kafası kanayan polise baktı, başında iki hemşire kanamayı durdurmaya çalışıyordu. Sanki adalet yerini bulmuş gibi hissediyordu ama şaşkınlık içindeydi. Bunların hepsini beş yaşındaki kızı mı yapmıştı. Biri kızını kollarında almaya çalışınca kendine geldi. Dikkati camları paramparça olmuş belediye binasından, kızını kolundan almaya çalışana kaydı. Karısı olduğunu anlayınca kızını annesinin kucağına bıraktı. Kadının kızını bulmanın rahatlığı ve gördüğü manzaranın başlarına bela olmasını istemediğinden kızıyla beraber hemen arabaya bindiler.

*****

-“Yalan söyleme baba. Her şeyi biliyorum. Şirketin oğlu yapmış. Lavin’le Zozan abla o yüzden ölmüş.”

-“Kimden duydun bunları sen?” Baba kızına kızmak istiyordu ama daha çok kendine kızıyordu.

-“Senle annem konuşurken duydum. Şirketin oğlu elektirikleri yanlış yapmış. Sonra hapis olmasın diye belediye gizliyormuş.”

-“Sende gecenin bi yarısı kalkıp, çarşıya üç kilometre yürüyüp belediye binasına taş atmak istedin öylemi?” Samet’in aklı hala alamıyordu. Kızının onları akşam dinlediği ve o öfkeyle kalkıp gittiği belliydi de o yolu nasıl kat etti, belediye binasını nasıl taşladı ve o polisin kafasını nasıl yardı. Arka koltukta oturan kızına baktı, “Sana sordum küçük hanım. Belediye binasına neden gittin.” Dedi ve sonra yola dönüp sakince sürmeye devam etti.

Küçük kız çok uzun bir konuya başlayacak gibi doğruldu. Ama konuşamadı bi türlü. Sanki kelimeleri tam söyleyecekken, kendini anlatamaz diye susuyordu. İyi bildiği ama çok derin bir konuya başlamak istediği belliydi. Bir cevap beklendiğini bildiği için tek bir cümle kurabildi. “Ali demişti ya.” Ama o yaşına rağmen bu dediğinin yetmeyeceğini kendisi de biliyordu.

-“Hangi Ali?” Gümüş hızla arka koltuğa dönüp endişeyle kızını baktı. Kızının konuştuğu bir yabancı düşüncesi yeniden korkmasına neden oldu.

-“Veli’nin babası Ali” Küçük kız söylediği şeyin eksik olduğunu bildiği için mahcup bir sesle söyledi.

-“Veli mi? Hangi Vali kızım. Korkutma beni sen kimlerle konuşuyorsun?” Bu kadar şey anneye fazla gelmeye başladı. Yaşadıklarına zar zor dayanırken şimdi kızının konuştuğu bir yabancı düşüncesi anneyi ruhsal bir çöküşe sokmak üzereydi.

-“Kimseyle konuşmuyorum anne.”

-“Peki babasının gülü söyle bakalım bana, kim bu Ali, nerede oturuyor.” Baba, annenin aksine sakince konuşup kızının ağzından laf almayı düşündü. Bunu anlayan anne sustu.

-“Bilmiyorum baba.” Ayça anlatmak istediğim o değil der gibiydi. “Hani Allah’ın çok sevdiği Ali var ya. O işte.”

-“Allah’ın çok sevdiği mi?” Ayça bunu deyince, babada annede şaşırdılar ve korkuyla birbirlerine baktılar. Lavin’in ölümü, en yakın arkadaşını kaybetmenin ağırlığı, kızlarının psikolojisini bozmuş olma düşüncesi, gözlerinden belli yoluyordu. Baba sakinliğini koruyarak devam etti. “Peki sen Veli’nin babası Ali’yi nerden tanıyorsun?”

-“Zeynep nene söyledi. Bütün çocuklarının adı Veli’ymiş. Şey demiş” Ayça burada yine duraksadı. Anlatmak istediğini bir türlü söyleyemiyordu.

Baba kızının anlatmakta zorlandığı anlayınca konuyu toparlamak için baştan başladı. “Şimdi bu Allah’ın sevdiği, Veli’lerin babası Ali…” Baba bunu deyince anneyle göz göze gelip ani bir utanç bakışı attılar birbirlerine. Kızlarının, aslında sadece kendince değil çok haklı bir nedenle bu işe kalkıştığı belliydi.

-“Sen Hz. Ali’yi mi diyorsun?” dedi baba.

-“Evet baba o” Anlaşılmanın verdiği heyecan Ayça’nın sesinden anlaşıyordu.

-“Peki ne demiş Hz. Ali?”

Ayça şimdi nasıl anlatacağım suskunluğuna gömüldü. Biraz düşünüp “Dilini koparıp şeytan olursun baba” dedi babasının onu anlamasını umarak. Babası “Anlamadım gülüm, ne olursun” deyince, yeniden düşüncelere daldı. “Şimdi kötü birini görsen, konuşmasan, dilini koparıp şeytana çevirirler seni” dedi Ayça anlatabilmenin verdiği zaferle.

-“Haklısın kızım” dedi baba iç çekerek. “Kötülük karşısında susan dilsiz şeytandır”

-“Evet baba o işte. Biz susarsak Lavin üzülür. Kötüler daha çok kötülük yapar” Ayça bunu derken haklıyım baba der gibiydi.

Anne susmuştu. Baba susmuştu. Herkes susmuştu ama beş yaşındaki küçücük kız hakkını aramak için olmayacak işlere kalkmıştı. Daha fazla konuşmaya gerek duymadılar. Kardeşlerini kaybeden bu aile, yol boyunca ve eve vardıklarında yaşananlara değinmeden sohbet etmeyi seçtiler, sonrasında beraber uyudular.

*****

Ayça’nın belediye binasının camlarını kırmasından bir hafta geçmişti. Samet bu haftayı çok zor geçirmişti. Yediği dayak hala onu yatağa bağlıyordu. Yaşananların altında ezilmek en zoruydu. Kızı odaya girince doğrulmak istedi ama sırtına katlanamayacağı bir ağrı girdi, kendini yeniden yastığa bıraktı.

-“Yaptık baba” dedi Ayça mutlu mutlu. Babasına moral vermek istediği çok belliydi. “Hem de bol limonlu ve acılı.” Küçük kız babasının yatağına çıkıp yanına oturdu. “İçmezsen sana da telefon yasak” dedi.

Gümüş elindeki tepsiyle odaya girdi. Artık kocasına kaşıkla çorba içirebildiği için, kızı gibi oda mutluydu. Yaşadıkları onca acıya rağmen bu küçük aile yeniden mutlu olmayı başarabilmişti. Çorba bittiğinde, Ayça odasına çekilmişti. Kocasının konuşacak kadar iyileştiğini düşünen Gümüş ertelediği konuşmaya başlamak istedi.

-“Yeri değil gülüm. Zaten konuşacak pek bir şey yok” dedi Samet.

-“Az kalsın ölüyordun. Bizim bunlara gücümüz yetmez. Savcılık takipsizlik verdi. Polis tutanakları Zozan’la Lavin’i hatalı gösterdi. Bekir’in kendini asmadığını hepimiz bilsekte yapabileceğimiz bir şey yok” Gümüş’ün sesinden korku anlaşıyordu. Kocasını vazgeçirmek istiyordu.

-“Ne yani susalım mı? Bir aileyi katlettiler, haklarını savunmayalım mı?”

-“Bizim buna gücümüz yetmiyor işte, anla. Ölen karısının, kızının olurda hakkını savunur diye adamı öldürüp intihar süsü verdiler. Günlerce evinde öylece asılı kaldı. Kokusundan anladık. Bunlar sana da bana da gün yüzü göstermez”

-“Gülüm onlar kimsesizdi. Yetimhanede büyüyen iki masumdu. Bizden başka kimseleri yoktu. Bizde susarsak pisi pisine ölmüş olacaklar” dedi ve gözleri yaşardı babanın. “Yarın Allah’ın huzurunda ne deriz. Veli’nin babası Ali’ye ne deriz” dedi ve yüzüne acı dolu bir gülümseme koydu. Kızının dirayetini bile gösteremiyordu. Herkes üç maymunu oynuyor. Milyon dolarlık şirketin oğlu hapse girmesin diye herkes her şeyi örtbas ediyordu.

-“Gücümüz yetmiyor Samet’im” Gümüş kocasına sarıldı. Bekir nasıl Samet için kardeş acısıysa, Zozan’da Gümüş için aynıydı. Kocasının bunun altında ezilmesini oda hazmedemiyordu. Sıkıca kocasına sarıldı. “Sana bir şey diyeceğim Samet” Karısı, bilmen gerekli ama üzülme der gibiydi. “Hasret’in kocasına işçilerden biri anlatmış. Sabri beyin oğlu ceza diye bu ihaleye girmiş. Babası bi baltaya sap olsun diye buranın alt yapısının ihalesini almış oğluna bırakmış”

-“Yani oğlu adam olsun diye bilmediği işin başına koymuş demi” Samet’in öfkesi patlamak üzereyken odaya Ayça girdi.

-“Baba sende iyileştin ya, avukat ne zaman gelecek” Ayça’nın bu içinden aşamayacağı kesindi.

-“Savcı halledecek babacım” dedi Samet ama sesinden bile inanmadığı anlaşıyordu. “Bak ne diyicem, babaannen aradı. Tarlada yardım lazımmış. Benim gelin kızım gelsin dedi. Annen giderse sende anneni yalnız bırakmazsın demi?”

-“Tamam baba” dedi Ayça. Bunun bir oyalama olduğunu anlamıştı. Lavin’e yapılan kötülük cezasız kalacaktı. Ve söylendiği gitmeyeceği çok belliydi.

 

 


 

Yorumlar